ABTTF
TR
HABER BÜLTENİMİZE KAYIT OLUN Bülten İcon
Batı Trakya

Hronos:

11.02.2005
(Batı) Trakya "Müslüman" Derneklerinin Bildirisi Hakkında

AİHM'ye gitsinler ve böylece Lozan'daki mütekabiliyet hususları ve Türkiye'nin bugüne kadar yaptıkları gün ışığına çıksın.

(Batı) Trakya'daki 13 "Müslüman" derneği tarafından, Yargıtayın, dernek isimlerinde "Türk" ibaresinin kullanılmasını yasaklayan kararına ilişkin olarak yayınlanan bildiriyi okuduk.

Öncelikle, bu bidirinin, Yunanistan'a ve Yunan makamlarına karşı küstahça kaleme alınmış bir aşağılama yazısı olduğunu belirtmek isterim. Bu nedenle, adli makamlar harekete geçmeli ve gerekli yasal işlemlere başlamalıdırlar.

Bir de bu yazının içeriğine bir göz atalım. Metnin içinde yer alan "davanın görüşülüp görüşülmediği bilinmiyor" ifadesiyle, Yargıtayın kararının güvenilirliğinden şüphe edildiği anlaşılıyor. Bu, Yargıtaya açık bir hakarettir. Zira, Yargıtay toplanmış ve Savcı Linos'un, Türk ibaresinin kaldırılması teklifini oybirliğiyle karara bağlamıştır.

"Müslümanların" bildirisinde ayrıca, kararın basına sızdığı belirtiliyor! Sormak istiyoruz: Bir gazete bu kadar ciddi ve önemli bir konuyu Yargıtaydan resmi bir açıklama olmaksızın nasıl yayınlayabilir? Metinde devamla, "Türk" adını taşıyan "Gümülcine Türk Gençler Birliği," "Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği" ile "İskeçe Türk Birliği"nin geçmişte bu ibareyi kullanmış oldukları ve bu durumun herhangi bir milli ya da Yunan karşıtlığı niteliği taşıyan bir sorun yaratmadığı, yargı organlarının 1983 yılından sonra, "Türk" ibaresinin kullanılması nedeniyle dernekleri kapatmaya başladıkları belirtiliyor. Çok doğru. Zira, o zamana kadar Yunan karşıtı faaliyet göstermiyorlar, devlete küfretmiyorlar ve (Batı) Trakya'da baskı altında olduklarına dair nankörce yalan söylemiyorlardı. Bu noktada, Yunan hükümetinin, bu konuyu mahkemelere taşımakla, bu küstahlara akıllanıp uslanmaları için bir fırsat vermiş olduğunu da belirtmeden edemeyeceğim.

Ancak, nankör "Müslümanlar" akıllanmadan 20 koca yıl geçirdiler. Eğer böyle bir dernek Türkiye'de faaliyet gösteriyor olsaydı, Ankara bunu bir saniye bile düşünmeden ve herhangi bir adli süreç de başlatmadan anında kapatırdı.

Bilindiği üzere, Lozan Antlaşmasında mütekabiliyet hususu vardır. Ancak, bu, ne yazık ki, Yunan hükümetlerince hiç bir zaman uygulanmamıştır. Oysa ki, şu yöntemle mütekabiliyet çok kolay bir şekilde uygulanabilirdi: İstanbul'da herhangi bir şekilde haksızlığa uğrayan bir Helen mi var? Karşılığında (Batı) Trakya'daki beş "Müslümana" aynı muamele... Ancak, Yunan hükümetlerinin, bu "fazla iyilikten maraz doğar" sözünü hatırlatan tutumları sonucunda bugün İstanbul'da sadece 1.000 Helen kalmışken, üreme güdülerini ırsi olarak Moğollardan alan (Batı) Trakya'daki "Müslümanları" 120.000'e ulaşmış bulunuyorlar. İstanbul'da yüksek tahsilli beş Helen varken, (Batı) Trakya'da 220 "Müslüman" var. (Batı) Trakya'nın "Müslüman" halkı 1923'lerde fakir, cahil ve çapulcu iken, bugün Rodop ilindeki ticaretin %70'ini ellerinde bulunduran zengin tüccarlar olmuşlardır. Ayrıca, 220 üyesi bulunan bir dernekleri (662 üyeli Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği kastedilmekte) bile var.

Bakımları ve tüm ihtiyaçları Yunan devleti tarafından karşılanan 280 adet camileri var. Oysa, Türk devleti, bizim tapınaklarımızı vergiye bağlıyor veya terketmeye mecbur bırakıyor. Türkiye, Galata'daki Hristos, Tarabya'daki Aya Yorgi, Kasımpaşa'daki Aya Nikolaou Kiliselerini yıkmıştır. Tüm bunlar yakın tarihte gerçekleşmiş olup, geçmişte yapılanları saymak için bu gazetenin toplam sayfa sayısı yetmez.

(Batı) Trakya'da 217 ilkokul, iki ortaokul, iki lise ve iki medreseleri varken, bizim İstanbul'da bir tek Ruhban Okulumuzu dahi Türkler 1971 yılında kapatmışlardır. Ayrıca, Büyükada Yetimhanesini de ortadan kaldırılarak, yetim kalmış Helen çocukları evsiz bırakılmış ve böylece, Türk barbarlığının modern çağdaki son örneği yaşanmıştır.

Evet, tüm bunlar eğitimin herkes için anayasa güvencesi altında olduğu bir ülkede gerçekleşiyor! Yunan devleti bunları görmüyor mu? Yunan halkı bunları bilmiyor mu?

Rodop ilindeki azınlık okullarının en büyüğü 530 öğrencinin eğitim gördüğü Celal Bayar Lisesidir. Bu okulun binası mükemmel bir durumdadır. Tabii bu durum Yunan devletinin desteğiyle gerçekleşmiş bulunuyor. Türkiye, topraklarındaki bir azınlık okuluna ne zaman maddi destekte bulundu acaba? Yardım etmek şöyle dursun, sınırlayıcı önlemler almaktan geri kalmamıştır. İstanbul Helen okullarında ajan-provokatör olarak görev yapan Türk öğretmenlerin maaşlarını bile İstanbul Helenleri ödemektedir.

(Batı) Trakya'daki "Müslümanlar" ise Yunan devletinin her türlü katkısından yararlanmaktadırlar. Şöyle ki: Tarım Sigortasından emeklilik, sübvansiyonlar, tarımsal yardımlar, tazminatlar, hastanelerde mükemmel bakım, yüksek öğrenim kurumlarında özel kontenjanla yerleştirilmeler ve daha neler neler... Buna karşılık bu insanlar ne mi yapıyorlar? Tek kelimeyle nankörlük!

Uydu antenleriyle dolup taşan köyler, Avrupa'nın en zengin köyleridir. (Batı) Trakya'daki hastanelerin %75'i "Müslümanlarla" doludur. Yunan devletine rahatça küfrettikleri basın-yayın organları vardır. Tam bir din özgürlüğüne sahiptirler. Yani bunlar, özgür bir şekilde yaşayan Avrupa vatandaşlarıdır. "İslamcı" milletvekili Sayın Çelik bile, "Batı Trakya 'Müslümanları' bizden çok daha iyi durumda yaşamaktalar" demiştir. Tabii ki böyle diyecek! Zira, Ankara'nın gerçek yöneticileri olan Kemalistler, Türkiye'de İslam'ı türlü kovuşturmalara tabi tutmaktadırlar.

(Batı) Trakya "Müslümanları" şimdi de "kültür bayramı" kılıfı altında (15 Ocak 2005 tarihinde Gümülcine'de düzenlenen Batı Trakya Türk Azınlığı Kültür-Sanat Sempozyumu kastedilmektedir) "Türklük" propagandası yapmaktalar ve ne yazık ki bunlara yerel yöneticilerimiz de katılmaktadırlar.

"Müslüman" derneklerinin yayınladığı bildiriye geri dönelim. Bildiride, "(Batı) Trakya'da Türkler de yaşıyor" nameleri yine tekrarlanıyor. Diğer bir ifadeyle, Türklükleri konusunda ısrar ediyorlar. Oysa, Lozan Antlaşmasının hiçbir yerinde (Batı) Trakya'da "Türkler"in yaşamakta olduğundan sözedilmemektedir. Sadece "Müslümanlar(Les Mussulmans)" ibaresi yer almaktadır. Bu Antlaşmada Türklerden değil, "Müslümanlar"dan bahsedilmektedir. Nankörler oturup bu Antlaşmayı okusunlar!

Bildirideki yalanlardan birisi de, Türk olarak mevcudiyetlerinin kabul edilmekte olduğudur. Kimmiş bunu kabul eden? Yunanistan'da sadece "Müslümanları" kabul ediyor ve onlara katlanıyoruz. Bildiride ayrıca, "Türk kimliklerinden sözetmelerinin yasaklandığı" belirtiliyor. Hal böyle ise, Yunan kimliklerini, yani, Avrupa vatandaşlığını da bir kenara bırakarak, Türk kimliği almakta özgürler. Bizim için hiçbir sakıncası yok. Madem kendilerini Türk olarak görüyorlar, o zaman bıraksınlar Yunan kimliklerini. Biz de düşman bir ülkenin vatandaşları olduklarını bilip, ona göre davranalım. Her kim bundan memnun olmuyorsa, işte Türkiye orada, Meriç'in öbür tarafında. Madem kendilerini oraya ait hissediyorlar, o zaman oraya gitsinler.

Yunan aleyhtarlığı yapılırsa, Türkiye'nin ve bu ülkenin Gümülcine Başkonsolosluğunun tahriklerine kapılınırsa, Hristiyan çoğunluk nüfusu kışkırtılırsa, o zaman elbette ki, ülkenin milli güvenliğini tehlikeye atmış olurlar.

Evet, bu kişiler Türk olmak mı istiyorlar? O zaman gidip özgürce Türk vatandaşlığını alsınlar ve böylece hem onlar, hem de biz rahat bir nefes alalım. Zira bu adamları beslemek ekonomiye yüktür. Bilelim ki, bu insanlar Türk vatandaşları ve Yunan devletinin nimetlerinden yararlanmaya da bir son verecekler. Özgürce Avrupa vatandaşları olarak yaşayıp, Hristiyan nüfusun tüm haklarından yararlanırken, doğdukları topraklara, vatanlarına, yani Yunanistan'a küfrediyorlar. Yunanistan'ı, kendilerini Türk olarak tanımlamalarını engellemekle suçluyorlar ve sonra da hiçbir yerde bulamayacakları bir rahatlık içinde Türk kültürü ve Türklük propagandası yaptıkları "kültürel etkinlik"ler düzenliyorlar.

Bu nankörlerin, tüm azınlığı "Türk" olarak tanımlamaya hakları yoktur. Zira bu azınlıkta, "Pomaklar," Çingeneler, Çerkezler, Kürtler, Aleviler, İslamlaştırılmış Helenler vardır. Çokkültürlülük de budur. Kendisini kurnaz zanneden Ankara, "Bütün 'Müslümanlar' Türk'tür" mantığıyla Batı'yı kandırmaya çalışmaktadır. Bu mantığa göre, "Müslüman" olduğu için bir Faslı da Türk'tür. Evet, bir kez daha söylüyorum: Her kim kendini Türk hissediyorsa Türkiye'ye gidebilir. Ama, bir zahmet pasaportlarını ve kimliklerini İstanbul'daki Yunanistan Başkonsolosluğuna teslim etsinler ki, iki hafta sonra açlığa, işsizliğe, enflasyona, polis devleti baskısına dayanamaz hale geldiklerinde geri dönemesinler.

Şimdi de çıkmış, "Türk" ibaresinin kullanımı için AİHM'ye başvuracakları şeklinde tehditler savuruyorlar. Sözüm ona, kendilerini besleyip, büyüten, zenginleştiren, onyıllardır misafir eden vatanlarını suçlayacaklar. Uluslararası hukukun, iddia ettikleri yalanların karşısında olduğunu bilmiyorlar mı? Bu durumda uluslararası hukuk, Lozan Antlaşmasıdır. Bu, ikili değil, uluslararası bir antlaşmadır ve değiştirilemez. Bu Antlaşmada, bu kişiler "Türk" değil, "Müslüman" olarak tanımlanmışlardır. Yunanistan, bu kendini bilmez nankörlere ne şekilde yanıt vereceğini çok iyi bilmektedir. Evet, Yunanistan, bu şekilde uluslararası kamuoyuna Lozan'daki mütekabiliyet şartını gösterecek ve Türkiye'nin toprakları içerisindeki Helen azınlığının haklarını ve bu antlaşmayı onyıllardır nasıl ihlal ettiğini ifşa etme fırsatı bulacaktır. Bunlara ayrıca, Ruhban Okulunun kapatılması ve Büyükada Yetimhanesinin ortadan kaldırılması örneklerini de ekleyecektir.

Dim. Kaloumenos
Hronos
7 Şubat 2005