ABTTF
TR
HABER BÜLTENİMİZE KAYIT OLUN Bülten İcon
Batı Trakya

Yunanistan Genel Durum

Arnavut Azınlığı

Arnavutlar, Balkan yarimadasinin en eski halklarindan olup, köklerinin Ilirler’e dayandigi kabul edilmektedir. Yunanistan’da yasayan Arnavutlar’i ise 3 grupta toplamak mümkündür:

  • Ortodoks Arnavutlar (Arvanitler / Arvanites)
  • Müslüman Arnavutlar (Çamerya-Tsamuria / Thesprotia Arnavutlari)
  • Soguk savaş sonrası Yunanistan’a gelen göçmen Arnavutlar




İlk 2 gruptaki Arnavutlar, Yunanistan devleti tarafindan çesitli zamanlarda ya sürgüne ya etnik temizlige ya da asimilasyona ugratilmislardir. Yunan yönetimleri bunlarin etnik kimliklerini ve varliklarini tanimamakta, özellikle Ortodoks mezhebinden olanlarin “Helen” oldugunu iddia etmektedir. “Arvanites” olarak nitelenen bu grup içinde kendisini Yunan olarak tanimlayanlar bulunmakla birlikte, bunun asil temeli asimilasyona dayali Yunan politikasinda yatmaktadir.

Balkan uzmani olan Hugh Poulton’un tespitlerine göre, üç nesil öncesine kadar Attika, Boeotika, güney Evvoia ve Hidra’da, hatta Atina’nin Plaka semtinde kalabalik bir Arnavut nüfus bulunmaktaydi. Plaka, Atina’nin Arnavut semti olarak bilinir, burada kendi mahkemeleri bulunur ve islemler Arnavutça yapilirdi. Bu durum 1940’li yillara kadar devam etmis, II. Dünya Savasi ve Yunan iç savasinda Yunanlilarin ileri sürdükleri “Arnavutlar isgalci Italyanlarla isbirligi yapti” iddialarinin ardindan ülkedeki Arnavutlar ya sinir disi edilmisler, ya katledilmisler ya da Yunanistan’in çesitli bölgelerine sürülmüslerdir. Yunanistan’da kalmis olan Arvaniteslerin, Yunan milli Ortodoks kilisesi ve asimilasyoncu egitim sistemiyle toplum baskisi yüzünden dilleri yok olma tehlikesiyle karsi karsiya bulunmaktadir. Avrupa Az Konusulan Diller Bürosu’nun verilerine göre Arnavutça, Yunanistan’in orta ve güney kesimlerinde birbirinden kopuk ayri bölgelerde konusulmaktadir. Ancak bu özel hayatta, ev içinde mümkündür. Açikça toplum içinde konusulmasi, Yunan halki tarafindan tepkiyle karsilanmaktadir.

Yunanistan’da yasayan diger Arnavut grubu olan Çamerya Arnavutlari ise kapsamli bir soykirimin hedefi olmuslardir. Iç savas sirasinda anti-komünist cepheyi olusturan General Napolyon Zervas komutasindaki EDES çeteleri bir taraftan komünist EAM-ELLAS kuvvetlerine karsi savasirken, diger taraftan da Makedon, Arnavut gibi Yunan olmayan unsurlara karsi temizlik harekati yürütmekteydi.

Italyan isgalinden önce Yunanistan’da genel seferberlik ilan edildiginde, Yunan vatandasi olan Çameryali Arnavutlar hükümete basvurarak silah altina alinmak istemelerine ragmen, seferberlik kapsamina alinmis ancak kazma- kürekle insaat isçiliklerinde kullanilmistir. Italyan isgali sirasinda da kisa süre önce yaptiklari bu hatadan dolayi Arnavutlarin tepkisinden çekinen Yunan yönetimi, 14 yas ve üzeri bütün erkekleri toplama kamplarina sürmüs ve savas esiri muamelesi yapmistir. Çamerya bölgesindeki Arnavut halka yönelik asil büyük kiyim ise 27 Haziran 1944’de basladi. Insanlarin çesitli uzuvlarinin kesilip parçalandigi, hamile kadinlarin, bebeklerin katledildigi bir soykirim yasandi.



27 Haziran 1944 ile Mart 1945 arasinda Yunanlilar bütün Çamerya’da sivil halktan 3242 kisiyi katletmis olup, bunlardan 2900’ü yasli veya genç erkek, 214’ü kadin, 96’si çocuktur. Ayrica, 745 kadina tecvüz edilmis, 76 kadin kaçirilmis, 3 yasindan küçük 32 bebek katledilmis, 68 köy yerle bir edilmis, 5800 ev ve ibadethane tahrip edilmistir. Bütün bu vahsetin ardindan, hayatta kalabilen Çamerya Arnavutlari anayurtlarini terk etmek zorunda kalmislardir. Kalanlar ise Ortodoks kimliginin disinda Arnavut etnik kimligini inkar eden Atina’nin bu politikasi sonucunda ana vatanlarinda kendi dillerini konusamaz olmuslardir. Sinir disi edilen ve kaçan Arnavutlarin mallari-mülkleri bölgeye getirilen yerlesimcilere dagitilmis, bölgedeki bütün yer adlari Yunanca’ya çevrilmistir.
Günümüzde Çamerya Arnavutlari, Tiran’da mukim Çamerya Siyasi Yurtsever Dernegi vasitasiyla hak arama mücadelelerine devam etmektedir. Arnavutluk Halk Meclisi de 30 Haziran 1994’de aldigi bir kararla 27 Haziran gününü Çamerya soykirimini anma günü olarak kabul ve ilan etmistir.



Çamerya sorunu, 1995 Ocak ayinda Temsil Edilmeyen Milletler ve Halklar Örgütü'nün 4. genel kurul toplantisinda ele alinmis ve 12 numarali karar olarak su noktalar vurgulanmistir.

• Çamerya halkinin yeniden yurtlarina dönmesi ve vatandaslik haklarinin geri verilmesi,

• Çam halkina mülklerinin geri verilme hakkinin taninmasi,

• Uluslar arasi kartalar ve belgelerden dogan haklarinin taninmasi, bunun için de Yunan hükümetinin Çamerya sorununun tarihi gerçeklerini kabul etmesi ve çözüm için ciddi adimlar atmasi.

Özellikle Çamerya Siyasi Yurtsever Dernegi'nin çabalariyla "çamerya soykirimi" konusu uluslar arasi platformda da ses getirmeye baslamistir: Buna göre;

• ABD Senatosu'nun 20.08.2002 tarihinde yaptigi özel oturumda çam sorunu görüsülmüs ve Arnavutluk basin yayin organlarinda; çözüm için ABD Senatosu'nda yesil isigin yandigi, ABD'nin Balkanlar için önemli bir sorun olan çam konusunu ele almasiyla birlikte uluslar arasi bir zemin olustugu ve ilk zaferin kazanildigi, Kongrede yapilan görüsmelere katilan Yunanistan Temsilcisi'nin cevabi açiklamalarinin ise Kongre üyelerince tatminkar bulunmadigi yorumlara yer verilmistir.

• BM'de istisari statü sahibi Uluslar arasi Radikal Parti, Çamerya sorununun Avrupa Birligi Parlamentosu'na sunulmasi yolunda bir karar almis ve Yunanistan Hükümeti'nden insan haklari protokolüne uygun davranarak çam halkinin haklarina saygi göstermesini istemistir. Radikal Parti AB Parlamentosu milletvekillerinden Ema Bonino ise, sorunun AB Parlamentosu'nda tartisilmasini saglamak üzere 6 AB milletvekili ile birlikte bir öneri imzaladiklarini açiklamistir.

• Ingiltere'de, Sandhurst Kraliyet Askeri Akademisi ile Uyusmazlik Inceleme Arastirma Merkezi tarafindan "çam Sorunu" baslikli bir kitap bastirilmistir.



Üçüncü grubu olusturan göçmen Arnavutlar ise özellikle soguk savas sonrasinda, AB üyesi olmasi nedeniyle uygun bir is bulma alani olarak degerlendirilen Yunanistan'a çalismak amaciyla gelenleri kapsamaktadir.

Yasadisi göç potansiyeli yüksek olan Yunanistan'da halihazirda 300.000 civarinda Arnavut göçmen bulunmakta olup, Yunan yönetiminin kaçak göçmenlere yönelik tedbirlerinden en fazla etkilenen kesim yine Arnavutlar olmustur. Örnegin, 1992 yilinda 200.000 yasa disi göçmen sinir disi edilirken, bunlarin 150.000'inini Arnavutlar olusturmustur.

Yunan basininda baslatilan özellikle Arnavut göçmenlere yönelik karalayici kampanyalar, Yunan toplumunda da bu kesime yönelik Albanophobia diye adlandirilan Arnavut düsmanliginin dogmasina yol açmistir.

Yasa disi göçmen olmalarindan dolayi, onlarin bu zayif noktalarini istismar eden Yunanlilar arasinda, Arnavutlari çok ucuza çalistiranlar, emeginin karsiligini vermeyenler ve hak talep ettigi takdirde polise bildirme tehdidinde bulunanlar dahi olmustur.

Yunanistan'daki Arnavut göçmenlere yönelik uygulamalar insan haklari kuruluslarinin yillik raporlarinin gündeminden de düsmemektedir. Greek Helsinki Monitor'un 27 Mart 1998 tarihli basin açiklamasinda, Pieria'daki Palio Keramidi belediye baskaninin günes battiktan sonra Arnavut göçmenlerin sokaga çikmalarini yasakladigi ve bunun temel insan haklarinin çignenmesi kadar, irkçi bir karar oldugu belirtilmektedir. Ayni bildiride, Ikaria'da "Soygun Kurbanlari Komitesi" adiyla kurulan bir örgütün üyelerinin ABD'deki Ku-Klux-Klan örgütüne benzer kiyafetlerle masum Arnavutlara saldirdiklari da bildirilmektedir. 1995'de Girit'te bir isverenin iki Arnavut göçmen isçisini, isini gördükten sonra kendilerine ücret ödememek için öldürdügü bu raporlarda yer alan örneklerden biridir.

Yunanistan'da ister yasal ister yasa disi konumda çalisan bütün Arnavutlara önyargiyla ve suçlu gözüyle bakilmakta, bunlarin hiçbir sosyal güvencesi olmadigi ve çocuklarinin egitim-ögretim imkanlari da bulunmadigi için perisan bir hayat sürdürmektedirler.

Yunanistan'daki Arnavutlar, ister soykirimdan kurtularak bölgede kalan Çameryali olsun, ister yapay Ortodoks-Arvanites olarak kategorize edilmis olsun, ya da Arnavutluk vatandasi göçmen olsun, insanlik ayibi "albanophobia"nin mantik disi hezeyanlari var oldugu sürece, bu ülkedeki sistemli ayrimciligin ve asimilasyon politikalarinin kurbani olmaya devam edecekler gibi gözükmektedir.

 

 

Makedon Azınlığı

Kuzey Yunanistan'da, Pindus daglari, Rodop daglari ve Ege denizi ile çevrili olan bölgede, kendilerini Makedon kökenli olarak tanimlayan ve diger Yunan vatandaslarindan farkli bir etnik kökene sahip olduklarini, bu nedenle bir azinlik teskil ettiklerini savunan bir topluluk vardir.

Yunan hükümeti "Makedon" sözcügünü Kuzey Yunanistan'da yasayan bütün Yunan vatandaslarini tanimlayan cografi bir tabir olarak görmekte, Yunanistan'daki Makedonlarin bir azinlik grubu olduguna iliskin iddialari reddetmekte ve bu azinlik grubunu "Slav-Yunanlar" veya "çift dilliler" olarak tanimlamaktadir.

Ilk istila hareketlerinden itibaren Indocermenler, Keltler, Ilirler, Traklar, Daçyalilar, Dorlar, Akalar, Avarlar, Iskitler, Kuman-Kipçaklar, Mikenler, Bulgarlar, Slavlar, Romalilar bu cografyayi ya geçici akinlarla ya da kalici istilalarla bölgeyi etkilemis, birbirinden farkli kavimler bölgede pespese yönetimler kurarak hüküm sürmüslerdir. M.Ö. birinci binin baslarinda Makedon adli küçük bir kavim I. Perdikas'in önderliginde Bisritsa nehri civarinda bir yönetim kurmustur.

Makedonya'nin uzun tarihi boyunca, milattan önce VII. Yüzyildan X. Yüzyila kadar ki dönemlerde, bu bölgede Makedon Kralligi ( II.Filip, Büyük Iskender), Roma Imparatorlugu, Dogu Roma (Bizans) Imparatorlugu, Bulgar ve Sirp Kralliklari ile Osmanli Devleti egemenlik kurmuslardir.

1912-1913 Balkan savaslari ise Makedonya tarihinde önemli dönüm noktalarindan biri olmustur. Sirbistan "Vardar Makedonyasi"ni, Bulgaristan "Pirin Makedonyasi"ni topraklarina katarken, Yunanistan ise 33.953 kilometrekarelik bir alani kaplayan ve bir milyonu askin nüfusu barindiran "Ege Makedonyasi"ni ele geçirmis, bundan sonra yogun bir asimilasyon ve etnik temizlik politikasiyla Ege Makedonlari'ni sindirmeye, "milliyetsizlestirmeye" baslamis ve bu durum günümüze kadar sürmüstür.



Yunanistan, 1926 yilinda çikardigi 352 sayili yasayla, Ege Makedonyasi'ndaki bütün yer adlarini, Makedon ailelerin isimlerini "Helenlestirmek" üzere genis çapli bir kampanya baslatmistir. Resmi Gazete'nin 21 ve 23 Kasim 1926 tarih, 322 ve 324 sayili nüshalarinda yer adlarina ek olarak, aile adlarinin "os", "is" veya "pulos" son ekleriyle biten isimlere çevrilmesi zorunlu kilinmistir.

Diger taraftan, kiliseler, anitlar, arkeolojik eserler ve mezarliklardan bütün Makedonca adlar, semboller silinmis, Slav-Makedonca yazili dini ve edebi bütün eserlere el konularak yakilmistir. Makedonca konusulmasi sert tedbirlerle yasaklanmis, dügün, nikah, dini törenlerde dahi kullanilmasina izin verilmemis ve Makedonlar zorunlu Yunanca dil kurslarina gönderilmislerdir. Makedonca konusanlara çok yogun baskilar yapilmis, cezaevlerine ya da temerküz kamplarina gönderilmis, ancak bu politika onlarin milli bilinçlerin daha güçlenmesine yol açmistir.

Ikinci Dünya Savasi sirasinda ve sonrasinda Yunanistan'da meydana gelen iç savas sonucunda Ege Makedonlari'na yönelik kiyimlar artmis, Ege Makedonyasi'nin batisinda 16 bin kisi öldürülmüs, 440 kadin ve kiza tecavüz edilmis, 120 bin kisi toplama kamplarinda iskence görmüs, yüzlerce kisi iskencelere dayanamayarak akli dengesini kaybetmis, 1291 ev kundaklanmis, 80 köy yagmalanmis ve binlerce kisi evlerini terketmek mecburiyetinde kalmistir. Bu baskilar, Ege Makedonlari'ndan önemli bir kesiminin denizasiri ülkelere ve özellikle Kanada, ABD ve Avustralya'ya göçmesine neden olmustur. 1959 yilinda çikarilan 3958 sayili yasayla "dogustan Yunanli olmayan" ve Yunanistan'i terk edip de son bes yildir ülkeye dönmeyen kimselerin arazilerinin müsaderesi yoluna gidilmis, bundan en fazla Ege Makedonlari etkilenmistir.

Tüm bu baskilar Yunanistan içinde ve disindaki Ege Makedonlari'nin birbirlerine daha da kenetlenerek milli varliklarini korumaya ve yasatmaya yönelik birlikler kurmalarina yol açmistir. Yunanistan sinirlari içinde 1980'li yillarda kurulan ancak Yunan yönetimi tarafindan yasal olarak kabul edilmeyen Makedon Insan Haklari Merkezi Örgütlenme Komitesi, Ege Makedonyasi Makedonlari Için Insani ve Milli Haklar Hareketi, Makedon Insan Haklari Merkezi gibi sivil toplum örgütleri Yunanistan'daki Makedonlara uygulanan her türlü baskiya karsi durmak, anadilleri Makedoncayi egitimde, kiliselerde ve hayatin her alaninda serbestçe konusup kullanmak ve gelistirmek için mücadele vermek amaciyla çalismaya baslamistir.



Gerçekte, Ege Makedonyasi'nda yasayan yasal ya da yasadisi(Yunan Devleti tarafindan kurulusu onaylanmayan) bütün Slav-Makedon olusumlar temelde mesrudur. Çünkü Yunanistan'da yasayan Makedon azinlik mensuplari bu ülkenin vatandasidir ve Yunanistan bir çok uluslararasi belgeye imza koyarak ve özellikle bir Avrupa Birligi ülkesi olarak, azinlik haklari ile temel insan haklari konusunda bir dizi yükümlülük altina giren, fakat bunlarin hiç birini yerine getirmeyen bir devlet konumundadir.



Uluslar arasi teamülleri yok saymakta üstüne olmayan Yunanistan, öteden beri "Makedonyali Büyük Iskender"e sahip çikmakla kalmayip, Yugoslavya'nin dagilmasiyla 1991 yilinda bagimsizligini kazanan yeni Makedonya Cumhuriyeti'nin ne adini, ne anayasasini, ne de kirmizi zeminli ve onalti isinli Vergina günesli bayragini kabul etti. Ancak, Yunanistan'in uyguladigi yogun ekonomik ambargolar neticesinde Makedonya, bayragini ve anayasasindaki bazi maddeleri degistirmek zorunda kaldi.

Topraklarinda bulunan Makedon etnik azinlik nedeniyle yeni Makedonya devletinden huzursuzluk duyan Yunanistan, ilk is olarak Üsküp'te bulunan Kiril i Metodi üniversitesinden alinan diplomalari geçersiz saydi, gerekçesi ise bu üniversitede yapilan egitimin Makedonca olmasi ve Makedonca diye bir dil olmadigi idi.



Diger taraftan, tüm girisimlerine ragmen ne Avrupa kamuoyundan ne de ABD'den bekledigi destegi bulamamasi, tam tersine Makedonya lehine ve kendi aleyhine bir ortam dogmasi nedeniyle Yunanistan, ilk asamada bu ülkeye karsi uygulamaya basladigi mal ve petrol sevkiyatini engelleme çabalarina ek olarak, acil ihtiyaç maddeleri disindaki bütün ticari faaliyetleri engellemeye basladi. 1994-1995 yillarinda Selanik-Üsküp demiryolu hatti basta olmak üzere Makedonya'ya karsi kati bir ambargo uyguladi. Bu yüzden Makedonya ekonomisinde ciddi sikintilar yasandi.

Insan haklari alaninda önemli uluslar arasi anlasmalarin altinda imzasi bulunan Yunanistan'in ülkesinde yasayan azinliklara yönelik uygulamalari gözden kaçmamakta, simdiye kadar yayinlanan pek çok raporda bu durum açikça gözler önüne serilmektedir. ABD'nin 1990 ve müteakip yillarda yayinladigi insan haklarina dair raporlarinda Yunanistan, Makedon ve Türk azinliklarina uyguladigi ayrimci ve baskici politikalardan dolayi kesin bir dille elestirilirken, Amnesty International, Helsinki Watch vb. pek çok uluslararasi kurulusun yillik raporlarinda ayni ifadelere rastlanmaktadir.



Yunan Seker Fabrikalari tarafindan bastirilan “Makedonya birdir, Yunandir” ibareli trik, Yunanistan’in Makedonya üzerindeki emellerini her ortamda nasil dile getirdigini açikça göstermektedir.

Yunanistan'da Makedon insan haklari savunuculari da sürekli izlenip, baskiya maruz kalmaktadirlar. Bunlardan isimleri ön plana çikan ve diger aktivistlere göre karistiklari olaylar uluslar arasi toplumun dikkatini çekenler arasinda Hristos Sidiripulos, Tasos Bulis, Nikodimos Tsarknias, Petros Dimitsis, Stavros Anastasiadis, Konstantinos Gotsis, Stavros Sovislis yer almaktadir. Bu insanlarin maruz kaldiklari adli ve idari baskilar ile güvenlik güçlerinin verdigi fiziksek zararlar bir çok kurulus tarafindan rapor edilmis ve uluslar arasi kamuoyuna duyurulmustur.

1913 yilinda Ege Makedonyasi'nin isgalinden hemen sonra Makedon halkinin gözünü korkutmak ve çocuklarin Makedon okullarina gitmelerini engellemek amaciyla dedesinin Yunanlilar tarafindan dilinden asildigini ve babasinin da Yunan iç savasi sonrasinda komünistlerle isbirligi yaptigi gerekçesiyle agir iskenceler gördügünü ifade eden Makedon insan haklari savunucularindan Sidiripulos, ilk olarak 1990 yilinda Makedon dilinin ve kültürünün yasatilmasi maksadiyla hayata geçirmeye çalistigi "Makedon Kültür Merkezi"ni kurmak istemesinden ve Haziran 1990'da Kopenhag'da toplanan AGIK Insani Boyut Toplantisi'nda "Yunanistan'da Makedon azinlik vardir" ifadesi kullandigindan dolayi mahkemede suçlu bulunmustur. 22 Agustos 1994 tarihli The Times'ta "Sidiripulos'a reva görülen zulüm karsisinda kendisine Ingiltere tarafindan siginma hakki verilmelidir" seklinde bir haber-yorum çikmistir.



Makedon insan haklari savunucularindan olan papaz Nikodimos Tsarknias ise sadece Makedonca konusma, dini ayinlerini ana dillerinde yapma, milli sarkilarini söyleme vb konulardaki temel haklarini talep etmesine ve Ege Makedonyasi'nin Yunanistan'dan ayrilmasi gerektigi yönünde herhangi bir talebi ve açiklamasi olmamasina ragmen çok büyük baskilara, fiziksel tartaklanmalara maruz kalmis, yillari mahkemelerde geçmis, iftiralar atilarak papazlik görevi elinden alinmistir. Tsarknias'a yönelik fiziksel saldiri agirlikli bu uygulamalar saglik raporlariyla kanitlanmis ve insan haklari kuruluslarinin gündeminden düsmemistir.

1947-48 yillarinda Kizilhaç tarafindan Yunan saldirilarindan korunmak amaciyla Yunanistan disina çikarilmis olan, 2 ila 14 yas arasindaki 30.000 civarindaki çocuk ise su anda 50 yaslarinda olup, halen Yunanistan'daki vatanlarina geri dönememislerdir. Yunanistan'a giris ve kisa süreli izin dahi verilmeyen bu insanlar aralarinda örgütlenerek, "The Association of Refugee Childeren from Aegean Macedonia" adiyla bir dernek kurmuslardir.

Bu dernek mensuplari 1998 yilinda, 1948'in 50. yili münasebetiyle dogduklari yerleri görüp, ziyaret etmek amaciyla bir bulusma ve anma toplantisi yapmayi planlamislar, ancak Yunanistan'in tutumunu bildikleri için International Helsinki Federation of Human Rights ile temasa geçerek, yardim talep etmislerdir. Anilan kurulusun bizzat dönemin Yunan Disisleri bakan yardimcisi Yorgo Papandreu ile temasa geçerek, destek talep etmesi ve kendisinden de olumlu yanit almasina ragmen, bu insanlar sinirdan içeri alinmamislardir. Bu durum, Yunan bürokrasisine ve devlet adamlarina hangi ölçülerde ve nasil güvenilebilecegi sorusunu da beraberinde getirmektedir.



Siyasal etkinlikler açisindan da Yunanistan, Ege Makedonlari'na hiçbir hak tanimamaktadir. 6 Eylül 1995'te Lerin (Florina)'de kurulan "Vinojito-Gökkusagi" adli Makedon azinlik partisine aninda tepki gösterilmis, parti binasina Florina belediye baskaninin kiskirtmasiyla tasli sopali saldirilar gerçeklestirilmis ve tabelasi indirilmistir.

Parti kuruculari Vasilis Romas, Kostas Tasopulos, Petros Vaisilidis ve Pavlos Vaskopulos hakkinda, "ana dillerini açikça kullandiklari" için dava açilmis, 15 Eylül 1998'de gerçeklestirilen durusmada, Makedonlarin duyurulari ve davetleri sonucu katilan uluslararasi kuruluslarin gözlemcileri önünde Gökkusagi Partisi beraat etmistir.

Yunanistan'daki Makedon azinligin hak arama mücadelesi arasinda bir de 1989 yilinda Sobotsko (Aridea)'da kurulmus olan "Balkanlarin Refahi için Makedon Hareketi" adli siyasal kurulus da bulunmaktadir. Bu hareket, 1994 yilinda Yunanistan'da yapilan Avrupa Parlamentosu seçimlerine Gökkusagi ile ortaklasa katilmissa da Yunanli yetkililerin engellemeleri, idari ve adli kanallarla aldiklari çesitli önlemler sonucunda ancak 7.263 oy toplayabilmistir.



Makedon azinligin 1990'da kurmak istedigi, ancak Florina (Lerin)'daki bölge mahkemesinin karariyla açilamayan "Makedon Kültür Merkezi (Makedonya Medeniyet Evi)" ile ilgili hukuki süreç Yunanistan'da tamamlanip izin çikmayinca, kuruculari konuyu Strasburg-Avrupa Insan Haklari Mahkemesi'ne götürmüs, 24 Mart 1998'de baslayan dava süreci 10 Haziran 1998'de sonuçlanmistir. Buna göre AIHM Yunanistan'i Avrupa Sözlesmesi'nin 11. maddesi ile AGIK Insani Boyut Kopenhag toplantisinda alinan kararlar dogrultusunda mahkum etmistir. Ne yazik ki, Atina yönetimi halen bu merkezin açilmasina yasadisi bir tutumla izin vermemekte direnmektedir.

Yunanistan yönetiminin Ege Makedonlarina yönelik insan haklarini hiçe sayan bu uygulamalarini tüm insan haklari kuruluslarinin yillik raporlarinda görmek mümkün olup, AB üyesi bir ülke olan Yunanistan'in topraklarinda yasayan tüm azinliklari etnik birer tehlike olarak görmekten vazgeçmesi ve onlara en azindan sahip olmalari gereken vatandaslik haklari dogrultusunda muamele etmeye baslamasi temenni edilmektedir.

 

 

 

 

Ulah Azınlığı

Balkan yarimadasinin yerli unsurlari arasinda yer alan ve bölgenin en eski topluluklarindan sayilan Ulahlar da Yunanistan’da yasayan ve Yunan olmayan azinliklardan biridir. Ulahlar, Makedo-Rumence konusan, Latin kökenli, Balkanlara çok eski zamanlarda yerlesmis ve günümüzde çesitli ülkelere dagilmis olarak sayilari 2.500.000’i bulan bir topluluktur. Ulahlar kendilerini Romani, Romeni, Aromani diye adlandirmalarina karsin Yunanlilar tarafindan Kutsovlakh veya bir tür dialekt konusan Helenler, hatta Roma Imparatorlugu zamaninda Latinlesmis Helenler olarak nitelendirilmektedir. Ulah diasporasi kaynaklarina göre, Yunanistan’da yasayan Ulah sayisinin 250.000 ila 1.200.000 arasinda olabilecegi belirtilmektedir. Eski Yunan disisleri ve savunma bakanlarindan Ulah asilli Evangelos Averof ise 1948 yili itibariyla bu sayinin 150 – 200.000 arasinda oldugunu dile getirmistir. Yunanistan’da Megleno-Rumence ve Aromunca (Ulahça) olmak üzere 2 ayri Ulah dili kullanilmaktadir. Megleno-Rumence konusan gruba Vlasi denmekte olup, Ulah arastirmalariyla taninan Winnifrith’e göre bu grup esasen Peçenek ve Kuman(Kipçak) Türkleri’nin Latinize olmus koludur.



Yunanistan'daki etnik Ulah azinligi daha çok daglik ve yayla bölgelerinde yasayan, büyük sürü çobanligi, çiftçilik ve ticaretle ugrasan bir topluluktur. Ulahlar Yunanistan'da Pindus daglari ve çevresi, Teselya, Ege Makedonyasi'nin bati ve kuzey kisimlari, Vermion dagi ve çevresi ile Selanik'in kuzeyindeki Meglen bölgesinde yasamaktadir.

Ulahlarla ilgili arastirmalariyla taninan Wace ve Thompson'a göre, bunlar Rumenlerle ayni kökenden gelmektedir. Ayrica, tüm arastirmacilar tarafindan kabul görmüs bir özellik olan, Ulahlarin göçebe – çoban yapilari, yüzyillardan beri yerlesik uygar bir yapiya sahip olduklarini israrla öne süren Yunanlilarla sosyo-kültürel ve antropolojik açidan herhangi bir baglantisinin olmasina olanak vermemektedir. Yunan sempatizani olarak taninan Richard Clogg dahi Ulahlarin Romence'ye çok yakin bir dil konustuklarini ve günümüz Yunanistan'inda önemli bir azinlik oldugunu belirtmektedir.

Ulahlarin tarihinde en önemli dönüm noktalari ise Osmanli Devleti tarafindan 1905’te “millet” olarak taninmalaridir.

Pindus bölgesinde dogan Ulah rahip Margarit’in egitim faaliyetleri ile beraber Ulahlar arasinda XIX. Yüzyilin ikinci yarisinda yogun bir bilinçlenme hareketi baslamistir. Margarit’in Ulah gençleri üzerindeki egitimi, onlara Ulahça ögretmesi ve zamanla bölgede açilan Rumen okullari öncelikle Rum Ortodoks Patrikligi’ni harekete geçirmis, yüzyillardir bütün Balkan Ortodokslari üzerinde tartismasiz hegemonya kurmus olan Patriklik bu gelismeden çok rahatsiz olmus ve tepki göstermistir. Bunun üzerine Margarit Bükres’e giderek Makedo-Rumen Komitesi’ne katilmistir. Ancak bu gelismeler Osmanli Imparatorlugu’nun bölgede hüküm sürdügü yillarda gerçeklesmekteydi. Bu çerçevede 1892’de Istanbul’a gelen 6 Ulah temsilci ve 2 rahip, Patrikhane’nin kendilerine yönelik faaliyetlerinden ve baskilarindan sikayette bulunmus ve yardim istemistir. Bunun üzerine Osmanli yönetimi Ulahlarin kiliselerini kurmalarini ve kendi dillerinde ayin yapmalarina olanak saglamistir. Yunanlilar ise bu gelismelerden rahatsiz olmuslar ve Ulah rahiplerini çetecilerle tehdit etmislerdir. Subat-Mart 1905’de ise Yunanlilar Florina-Nikhovan köyünde yasayan Ulahlara saldirarak, 6 kisiyi katletmislerdir.

Osmanli Devleti tarafindan 22 Mayis 1905 tarihli fermanla taninmis olan Ulahlar, tarihlerinde kisa fakat ilk defa resmen esit haklara sahip olarak yeni bir döneme girmisler, kendi yöneticilerini seçmelerinin yanisira, kilise ve okullara sahip olmus, Osmanli Meclisi’ne de temsilci gönderebilmislerdir. Balkan savaslarina kadarki süreçte Meclis-i Mebusan’da Ulah mebuslari bulunmus ve diger “millet” temsilcileriyle birlikte görev yapmislardir.



Ancak Ulahlarin “millet” sisteminin içine ayri bir unsur olarak kabul edilmeleri Yunan çetelerinin saldirganliklarini daha da artirmasina yol açmis, Ulahlarin okullarina ve köylerine düzenlenen saldirilarla çok sayida Ulah öldürülmüs ve evleri yakilip yikilmistir.

Taninan bu imkanlarla 1912 yilina kadar bölgedeki Ulah ilkokullarinin sayisi 114’e, liseleri 4’e yükselmis, kendi dillerinde ise 20 civarinda dergi-gazete yayinlayabilmislerdi.

Bu dönemde Sultan II. Abdülhamit tarafindan millet olarak taninmis olmalari nedeniyle Ulah milli sairi Konstantin Belematse’nin yazdigi mars günümüzde hala yasatilmaktadir.

1912-1913 Balkan savaslari, Osmanli devletinin hakimiyetini kaybettigi topraklar üzerinde yasayan tüm azinliklari etkiledigi gibi Ulahlari da olumsuz yönde etkilemistir. 1913 Bükres Anlasmasi ile Yunanistan, kendi yönetimine geçen Ege Makedonyasi’ndaki Ulahlari azinlik olarak kabul etmis ve onlarin okul ve kiliselerine önce izin vermis, Makedon azinligina uyguladigi etnik temizligi gerçeklestirememis, ancak Ulahlar arasindaki milli bilincin kirilabilmesi için onlarin dillerini küçümseyen, kamuya açik yerlerde kullanimini kisitlayan tedbirler almaktan da geri durmamisti.

Iki savas arasi dönemde, özellikle de Metaksas diktatörlügü sirasinda, Yunanistan’da uygulanan devlet terörü sonucunda, Makedonlara oldugu gibi Ulahlara da zorunlu Yunanca ögrenmeleri için baski yapilmis, Ulah okullarina gidenlerle Yunan okullarina gidenler arasinda ayrimcilik yapilmistir.

Ulahlarin tarihinde ikinci dönüm noktasi ise “Pindus Prensligi” dönemi olmustur. Ikinci Dünya savasinda Italyan isgali altinda bulunan Yunanistan’da “fasist dava” için kazanilmak istenen Ulahlardan Alkibiades Diamandi önderliginde, Italyan güdümlü “Pindus Presnligi”nin kurulmasina olanak saglanmistir. Özerk yapidaki bu olusumun basinda prens olarak ilan edilen Diamandi, ayni zamanda “Romen Lejyonu” diye de anilan askeri kuvvetin basiydi ve Prenslik Epir’in yani sira Makedonya’yi ve Teselya’nin tamamini kapsamaktaydi. Ancak Italya’nin yenilgisi sonucu bu girisim de basarisizlikla sonuçlandi.

Kendilerini Yunanlilardan farkli ve ayri gören Ulahlarin bir bölümü, Yunan Devleti’nin uyguladigi asimilasyon politikasina bir ölçüde boyun egdiler, hatta asimile oldular, ancak daha keskin tavir koyanlar Yunanistan’i terk ederek, ABD, Avustralya gibi deniz asiri ülkelere göç ettiler ve bir Ulah diasporasi olusturdular.



ABD, Avustralya ve Bati Avrupa ülkelerine göç eden Ulahlar arasindaki milli bilinç daha güçlü olup, kurduklari dernekler vasitasiyla baglarini sürdürmüslerdir. ABD'deki "Farsarotul Dernegi", Vasile BARBA önderliginde Almanya/Freiburg'da kurulan Ulah Dili ve Kültürü Birligi adli olusumlar bunlara örnek olarak gösterilebilir. Diger taraftan, BARBA'nin girisimleriyle, Mannheim ve Freiburg Üniversitelerinin Romanistik kürsüleri bir protokol imzalayarak, Agustos 1986'da "Uluslar arasi Aromence Kürsüsü"nün hayata geçirilmesi saglanmistir. Almanya'da 3000 civarinda Ulah bulunmakta olup, Ulah Dili ve Kültürü Birligi ve Ulah Arastirmalari merkezi adli olusumlar araciligiyla kimliklerini ve dillerini korumaya ve yasatmaya çalismaktadirlar.

Diger taraftan, 1998 yilinda Avrupa Konseyi Balkanlar Komitesi'nce yürürlüge konulan, Yunanistan tarafindan da imzalanmis olan The European Charter of Regional and Minority Languages adli belge, Ulah dilini de içine alan bir korumayi getirmektedir. Avrupa'da az konusulan dillerin korunmasini ve yasatilmasini öngören EBLUL (European Bureau for Lesser Used Languages) adli girisim de Avrupa Birligi tarafindan desteklenmesine ragmen, AB üyesi Yunanistan'dan tepkiler almaktadir.

Ancak her sorunun çözümünü bulan Yunan propagandasi kendi güdümünde kurdurdugu Ulah derneklerine etkinlikler düzenleterek, Ulahlarin kültürel varliklarini sürdürdügü imaji yaratmaya çalismakla birlikte, etkinliklerin Yunanca gerçeklestiriliyor olmasi ne kadar göstermelik senaryolarin icra edildigini açikça ortaya koymaktadir.

Kurdurdugu sözde derneklerin etkinliklerine göz yuman Yunan yetkililer, ayni hosgörüyü 1995 yilinda EBLUL tarafindan hazirlanmis olan ve "Avrupa'da az konusulan dilleri" gösteren bir haritayi dagitmaya çalisan Sotiris Bletsas adli Ulah azinlik liderine göstermemistir. Bletsas bu eylemi nedeniyle polis tarafindan tartaklanmis, 15 ay hapis ve 500.000 Drahmi para cezasina çarptirilmistir. Konuyla yakindan ilgilenen Greek Helsinki Monitor'un sözcüsü P. Dimitras da YDP milletvekili tarafindan bir televizyon programinda fiziki saldiriya ugramistir. Bir batili diplomat ise Avrupa Birligi'nce desteklenen EBLUL'un hazirladigi haritayi dagitmak istedigi için tutuklanan Bletsas olayindan sonra, "bakalim, Avrupa Birligi'ni ne zaman tutuklayacaklar" demek ihtiyacini duymustur.

Almanya'daki Ulah diasporasinin liderlerinden BARBA'nin 1994 yilinda Rumen Parlamentosu'ndan destek istemesi ve Avrupa Konseyi'ne sundugu raporlar sonucunda, 1996 yilindan itibaren Avrupa Konseyi Ulah sorununu ele almaya baslamistir. Sonuçta, Avrupa Konseyi Ispanyol parlamenter Luis Maria de Puig'in Ulahlarla ilgili raporunu 24 Haziran 1997'de oybirligiyle onaylamistir.

Avrupa Birligi'nin çesitli platformlarinin gündemini isgal edebilen böyle önemli bir sorun, Yunanistan'in Avrupa Birligi'nin kurulus, isleyis ve yasama ilkelerine ne kadar aykiri düstügünü göstermektedir. Ancak Yunanistan inkar etmekte ne kadar dirense de, geçmisi 2000 yil öncesine giden, Balkanlar'in oldugu kadar, Yunanistan'in da en eski topluluklarindan olan Ulahlarin hak arama ve kültürlerini yasatma mücadelesi devam edecek gibi gözüküyor.

 

 

 

 

SULTAN II. ABDÜLHAMIT MARSI

Sen, ulu ve hasmetli
Muzaffer Sultansin
Huzurunda, neseli
Sarkimizi duyansin!

Sendedir hürriyet
Ulahlara, millete,
Azametle gayret
Hediyedir devlete!

Ey tanrim kudretinle
Koru Sahimizi
Sonsuz merhametinle
Osmanli tahtimizi!

Bin borazanla gürler
Ulahin ülküsü
Padisaha ömürler
Diler Ulah türküsü!

Bin yil yasa Sultanim
Sanli, ünlü ilhan,
Sultanlar Sultani,
Abdül Hamid Han!
IMNUL SULTANLUI ABDUL HAMID O!

Prea naltsat shi mare
Sultan azvingator,
Ca la lutsitlu soare
Ncijinats cantam an cor!

Armanjlor libertate
Di natsie, pri loc,
Na didesh lunjinate,
Shi ts-uram cu foc!

O! Doamne-a tut putinte
Aveaglje pri Sultan,
Cu njila-a ta, prea Sfinte
Shi tronlu Otoman!

Arasunats trompete
An sute sh-njilj di bots,
A padishahlui-n ete
Cantats Armanji cu tots!

Mults anji s-banedz Sultane
Abdul Hamide Khan,
Imperator cu numa
Sultanjilor Sultan!

 

 

Yahudi Azınlığı

Yunanistan'da Anti-Semitizm
Yunanistan'ın Bağımsızlığına Kadarki Dönemde Yunan Anti semitizmi

Yahudilerin tarihte ilk olarak yaşadıkları topraklar, bugünkü İsrail Devleti'nin ve Filistin Özerk Yönetimi'nin kurulu olduğu bölgedir. Tarihçi Solomon Grayzel, Yahudilerin yıllarca Babil ve Pers saldırılarına karşı direndiklerini, bunlardan büyük zarar gördüklerini, yurtlarından göç etmek zorunda kaldıklarını, ancak benliklerini yitirmediklerini belirtmektedir. Grayzel'e göre, Babilliler ve Perslerden sonra Yahudiler, bundan böyle yüzyıllarca mücadele edecekleri yeni bir hasımla, Yunanlılarla tanışmışlardır

Yunanlılar ve Yahudilerin ilk etkileşimleri, Yahudilerin daha iyi ticaret imkanı bulmak amacıyla Yunan kent devletlerine yoğun biçimde göç etmeleriyle başlamıştır.

Yunanistan'ın Osmanlı Devleti'nden bağımsızlığını kazanması sürecinde, Müslümanlarla birlikte Yahudiler de Yunan ayaklanmacıların saldırılarına hedef olmuşlardır. XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren meydana gelen bu tür olaylarda, Yunan asiler ve çeteciler, Müslüman ve Yahudi nüfusa karşı sistemli saldırılar yürütmüşlerdir. Bu eylemler sonucunda, Eğriboz (Chalkis), İstifa (Thebes) ve İnebahtı (Navpaktos) Yahudileri tamamen yok edilmiştir.

Yunan ayaklanmasının başlamasıyla birlikte, Müslümanlara ve Yahudilere yönelik saldırılarda çok önemli bir artış olmuştur. Eylül 1821'de Mora'daki Tripolitza kentine saldıran Yunanlılar, 8.000 civarında Yahudi’yi de barındıran 30.000 nüfuslu bu kenti tamamen yakıp yıkmışlar, kentte yaşayanların ancak üçte birinden azı bu katliamdan kurtulabilmiştir. Saldırı sırasında Müslümanlarla Yahudiler, Yunanlılar tarafından hiçbir ayırım gözetilmeden öldürülmüştür.

Tripolitza katliamı, 1821 baharında, Eflak ve Boğdan'da başlayan bu tür eylemlerin devamı niteliğindedir. Bu bölgede yaşayan Rumlar, Ulahlarla birlikte yüzlerce Yahudi ve Müslümanı katletmişlerdir. Tripolitza'da öldürülen Yahudilerin sayısı 1200'dür. Mora yarımadasının tümüne bakıldığında ise bu rakam 5.000'e tırmanmaktadır. Tripolitza katliamına şahit olan İngiliz John Hartley, katliamı "Yahudi kanı Türk kanıyla karışıp işgal edilen şehrin sokaklarında aktı. İshak oğulları ve İsmail oğullları aynı kaderi paylaştılar (...)" cümleleriyle tasvir etmektedir.

Ayaklanmanın yayıldığı tüm yöreler aynı arındırma politikasının uygulanmasına sahne olmuşlar, hayatlarını kurtarabilen Müslüman ve Yahudiler ise ya Osmanlı topraklarına göç etmeye zorlanmış ya da Yunanlıların hakimiyetinde bulunan bölgelerde köle-işçi olarak çalıştırılmışlardır. Ayaklanma sırasında bölgede bulunan Fransız yazar François Pouqueville, 1825'te kaleme aldığı, “Histoire de la Regeneration de la Grèce” adlı eserinde, Yunanlıların Müslüman ve Yahudilere karşı tutumu hakkındaki gözlemlerini şöyle aktarmaktadır.

"Varhori'yi kuşatan Yunanlılar, Türklerin ve onlara yardımcı olan Yahudilerin teslim olmalarını istemişler, bu emre uymaları halinde hayatlarının bağışlanacağını bildirmişlerdi. Bunun üzerine Türkler ve Yahudiler teslim oldu. Musa'nın ve Muhammed'in dinine bağlı olanlar beraberce tutsak edildiler. Tutsakların başlarına pamuk külahlar geçirildi. Topluca, Anatoliko adasına nakledildiler. Bu adada son derece ağır işlerde çalışmaya zorlandılar."

Ayaklanma sırasında, bazı bölgelerdeki Yahudiler tamamen yok edilmiştir. Mesela, Sparta, Patras, Corintos, Mistra ve Argos adalarındaki Yahudi cemaatleri Yunanlı asiler tarafından ortadan kaldırılmışlardır. Sağ kalanlar ise İngilizlerin yönetimi altındaki, başta Korfu olmak üzere İyonya adalarına kaçmışlardır.

Yunan ayaklanmasının sona ermesinden ve Bavyera Prensi I. Otto'nun krallık tahtına oturtulduğu Yunanistan Krallığı'nın kurulmasından sonra da, Yahudiler Yunanlıların saldırılarından kurtulamamışlardır. Yahudilere karşı gerçekleştirilen eylemlerin en çarpıcı olanlarından biri de 1847'deki Pacifico vakasıdır.

Geleneksel olarak Yunanlılar, Ortodoks Paskalya Yortusu esnasında Rumca "Yahudi" olarak adlandırdıkları Judas'ın bir kuklasını yaparak, bunu sokaklarda gezdirmekte, bu esnada kukla halk tarafından taşlanmakta ve daha sonra da yakılmaktaydı. Bu olay sırasında zaman zaman Yahudilere ve Yahudi mahallelerine de saldırılarda bulunulmaktaydı. 1847 Paskalyası'nın öncesinde, Yahudi kökenli İngiliz Baron Rothschild, bir kredi konusu için Atina'yı ziyaret edeceğinden, Yunan Hükümeti bu kukla gezdirme törenini iptal etti. Bunun üzerine halk galeyana gelerek, Atina'daki Sefardim Yahudilerinden David Pacifico'nun evine saldırdı. İngiltere vatandaşı olan Pacifico saldırıdan canını zor kurtararak İngiltere konsoloshanesine sığındı. İngiltere Hükümeti, Pacifico'nun mülküne verilen zararın tazmin edilmesini defalarca istedi. Nihayet 1850'de İngiltere donanmasının Pire limanını ablukaya alması üzerine Yunan Hükümeti zarar gören Yahudi’ye tazminat ödemeyi kabul etti.

Pacifico olayı sırasında Atina Yahudileri can kaybına uğramadı, ancak 1864'de Yunanistan tarafından ilhak edilen İyonya adalarında yaşayan Yahudiler Atina'daki dindaşlarıyla aynı oranda şanslı değildi. Korfu'da 2000, Zante adasında ise birkaç yüz civarında İtalyanca konuşan Yahudi yaşamaktaydı. İngiltere'nin yönetimi altında kaldıkları 1815-1864 dönemince oy verme ve kamusal görevlerde bulunma gibi medeni haklardan yararlanamayan İyonya Yahudileri, Danimarka asıllı Yunanistan Kralı I. Yorgo'nun liberal yönetimi sırasında bu haklarına kavuştular. Fakat, kralın Yahudilere karşı takındığı yumuşak tutum, İyonya adalarında özellikle de Korfu'da yaşayan Ortodoks Yunanlılar arasında tepki doğurdu. Yunan toplumunda zaten var olan tarihsel antisemitizm, bu adalarda 1870'ten itibaren tekrar yükselişe geçti. Yakovos Polylas adlı bir politikacının sahibi olduğu, Peripaiktis, Kodan ve Rigas O Feraios adlı gazetelerde, Korfu adasının Yahudi cemaatine saldıran yazılar yer almaya başladı.

2 Nisan 1891'de Roubina Sardas adlı genç bir Yahudi kızın cesedi, Korfu sinagogunun yakınlarında bulundu. Polylas'ın gazeteleri, derhal kızın aslında bir Hıristiyan olduğu ve Yahudilerin onu, kanını ayinlerinde kullanmak için öldürdüğü şaiyasını yaymaya başladılar. Bunun üzerine, Ortodoks Rumlar Yahudi mahallelerine ve Yahudilere karşı saldırıya geçtiler. Paskalya boyunca süren saldırılarda çok sayıda Yahudi öldürüldü. Hükümet olaylara, ancak başladıktan bir ay sonra müdahale etti. Olaylardan önce 271 kişiden oluşan Zante'deki Yahudi cemaati, 30 kişi kalmıştı. Korfu ve Zante'den Osmanlı Devleti'ne ve Batı Avrupa ülkelerine yoğun bir göç yaşandı. 1891 olaylarıyla İyonya büyük ölçüde Yahudilerden "temizlendi".

1897'de, bu kez Girit adasında Yunanlıların başlattıkları ayaklanma sırasında, Hanya ve Kandiye kentlerinde yaşayan birkaç yüz Yahudi, Osmanlı topraklarına göç etmeye zorlandılar. Osmanlı yönetimi, yüzyıllardır yaptığı gibi, fanatik saldırılara maruz kalan bu insanları da büyük bir alicenaplıkla kabul ederek İzmir'e yerleştirdi.

Larissa, Tırhala, Volos ve Yunanistan'ın diğer bölgelerindeki Yahudilerin durumu da çok iyi değildi. Sık sık kan iftiralarına maruz kalan ve Türklerle işbirliği yapmakla suçlanan Yahudiler, sistemli bir biçimde, yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan çıkarıldılar. Kentler arasında mal taşıyarak geçimini sağlayan Yahudi tacirleri, Yunan çetelerinin saldırıları dolayısıyla işlerini bırakmak zorunda kaldılar. Balkan Savaşı ile birlikte Yunanistan'ın Yahudilere karşı izlediği politika yeni bir safhaya girdi. Yunanistan'ın Selanik, Sakız, Girit, Yanya, Kavala ve Florina'yı işgal etmesinden sonra, evvelce 10.000 olan Yunanistan'daki Yahudi nüfusu 100.000'e çıktı.

Henüz Balkan Savaşı'ndan dört yıl önce, 1908'de Megali Idea'yı hayata geçirmek üzere görevlendirilen ve Selanik'i ziyaret eden bir Yunan heyeti kentin ekonomik ve sosyal yapısı hakkında incelemelerde bulunmuş ve olası bir Yunan işgali sırasında Yunanistan'ın izlemesi gereken politikanın ana hatlarını belirlemişti. Heyetin hazırladığı rapora göre, Selanik'in ekonomik hayatında Rumlar pek söz sahibi değillerdi. Bu durumun tersine çevrilmesi ve Rumların kentin gerçek hakimleri haline getirilmesi, Yunanistan'ın çıkarları açısından elzemdi. Selanik bir Türk ve Yahudi kenti olmaktan çıkartılmalıydı. Bu raporun hazırlanmasından sonra, Yunan makamları, bu durumu tersine çevirerek Rumları şehre hakim kılmak üzere çaba harcamaya başladılar. Bu amaç doğrultusunda, söz konusu dönemde Selanik'te bazı Yunan bankaları kuruldu. Rum çiftçiler tarafından yetiştirilen tarım ürünlerinin Yahudi komisyonculara satılmaması yönünde propagandalara hız verildi.

Selanik Rumlarının çıkardığı Harostis Thessalonikis gazetesi, Rumların Yahudilere karşı ekonomik bir savaş başlatmaları gerektiğini yazan makaleler yayınladı. Yahudiler ise, Yunanistan güdümlü bu kampanyaya karşı koymak için Club des Intimes adlı bir birlik kurdular. Kentin Türk yöneticileri, iki cemaat arasında oluşan bu gerginliğin bir çatışmayla sonuçlanabileceği endişesinden hareketle, Rum gazetelerinde Yahudileri hedef alan yayınların yapılmasını yasakladılar. Yine de, Selanik'in 1912'de Yunanlılar tarafından işgal edilmesine kadarki dönemde iki cemaat arasındaki gerginlik devam etti.

Yunanlılar, Selanik'i ele geçirmek için fırsat kolladıklarını hiçbir şekilde gizlemiyorlardı. Böyle bir fırsat 1912'de ortaya çıktı. Balkan Savaşı'nın patlak vermesiyle birlikte, Balkan ülkelerindeki barış ve güvenlik havası ortadan kalktı, bunun yerini ırkçı milliyetçilik ve dinsel hoşgörüsüzlük aldı. Bu ortamdan en fazla zarar gören cemaat Selanik Yahudileri oldu. Zira, Yunan işgalinin hemen ardından Selanik halkının üçte birini oluşturan Rumlar, Yahudi ve Türklere karşı şiddet hareketlerine giriştiler.

Yunan ordusunun Selanik'in dış mahallelerini ele geçirmeye başladığı 27 Ekim 1912'de, yerel bir Rum gazetesi olan Embros bir haber yayınlayarak, bazı Yunan askerlerinin yediklerinden zehirlendiklerini ve bunun Yahudilerin bir komplosu sonucunda olduğunu duyurdu. Henüz herhangi bir soruşturma bile yapılmadan yayınlanan bu haber, Rumların Yahudilere karşı harekete geçmesi için yeterli oldu.

Asıl olaylar, Yunan ordusunun kenti tamamen ele geçirmesinden sonra başladı. Selanik kentinin Türk komutanı Tahsin Paşa'nın 9 Kasım 1912'de teslim olmasından hemen sonra, önce Yunan birlikleri ardından da Bulgar ordusu kente girdi. Bunu fırsat bilen yerli Rumlar, büyük bir fanatizm örneği sergileyerek Türk ve Yahudi mahallelerine saldırmaya başladılar. Yunan askeri birlikleri ve saldırıları engelleyecek yerde, çoğu zaman fanatik Rumlarla birlikte hareket ettiler. Olaylar tam bir pogrom niteliği taşıyordu. 50'den fazla kadının ırzına geçildi. Yahudilere ait 400 dükkan ve 300 ev yağmalandı. Yağmalamaya karşı koymaya çalışanlar öldürüldü.

Yunan ordusunun ve yerli Rumların, Türklere ve Yahudilere yaptığı baskılar o derece büyük boyutlara ulaştı ki, dönemin önde gelen Avrupa gazetelerinin birçoğu bu konuda haber ve makaleler yayınlayarak, Avrupa hükümetlerini katliamları durdurmaya çağırdılar. İngiltere'nin Times gazetesi bu konuda şöyle yazmaktaydı:

"Türkler ve Yahudiler her sokakta durdurulup, tepeden tırnağa üst aramasına tabi tutuluyorlar. Saatleri, çantaları ve değerli neleri varsa gasp ediliyor. En ufak bir direniş ise şiddetle karşılaşıyor. Yunan subayları, görgü tanığı oldukları bu olaylar karşısında, saldırganları durdurmak için ellerini kaldırma zahmetine bile girmiyorlar. Yerli Yunan basını Yahudileri hedef alan ve ahaliyi kışkırtan yayınlar yapıyor. Bunların sonucunda talihsiz Yahudiler'in malları yağmalanıyor, kendileri de kötü muameleye tabi tutuluyor. Selanik'te, nüfusun yaklaşık yarısını oluşturan 75.000 Yahudi yaşıyor. Bu durum kenti, Rum nüfusun genellikle baskın olduğu Doğu Akdeniz liman kentleri arasında farklı bir konuma koyuyor. Yahudiler her zaman sadık birer Osmanlı vatandaşı olmuşlar ve her zaman tam bir dinsel özgürlük yaşamışlardı."

Fransa'nın Le Temps gazetesi de benzer bir manzara yansıtmaktaydı:

"Birçok Yahudi kötü muameleye tabi tutuldu ve özellikle bunların eşyalarına el konuldu. Dükkanlar yağmalandı, sinagoglara zarar verildi."

Selanik olaylarını en yakından takip eden ve tüm ayrıntılarıyla kamuoyuna yansıtan gazete ise Londra'da İngiltere Yahudilerinin çıkardığı, The Jewish Chronicle oldu. Bu gazete 1913 başından itibaren düzenli olarak verdiği haftalık raporlarda şu manzarayı yansıtmaktaydı:

"Selanik'te Yahudilere yönelik yağma, gasp ve benzeri eylemler devam etmektedir. Yunan askeri makamları bunları durdurmak için bir girişimde bulunmamaktadır." (3 Ocak 1913)

"Selanik'in tüm Yahudi cemaati, Yunanlıların yağma hareketi sırasında hayatlarını kaybeden iki şehidin cenaze töreninde bir araya geldiler. Tören esnasında Yunanlılara ait tüm dükkanlar ve Müslüman dükkanlarının büyük çoğunluğu kepenk indirdi. 12.000 kişilik muazzam bir kortej oluşturuldu. Yunan makamları kortejin önüne barikat kurdular. Yüzbaşı Axialos komutasındaki jandarmalar, silahlarını doldurarak, kortejden dağılmalarını istediler. Buna rağmen başarılı olamadılar." (10 Ocak 1913)

"Kentin Yunanlılar tarafından işgal edilmesinden bu yana, gururlu Yahudi cemaatinin yaşantısında çok önemli değişiklikler meydana geldi. Bundan önce Rusya ve Romanya Yahudilerinin yaşadıkları derecede büyük bir felaket ve kötü kaderle tanıştılar." (24 Ocak 1913)

"Yunanlıların kalbinde Yahudilere karşı köklü bir kin ve kıskançlık duygusu yerleşmiştir. Biz bu duyguların acıklı neticelerine katlanmak zorundayız." (24 Kasım 1913)

"Selanik'in bir zamanlar refah içinde yaşayan Yahudi mahalleleri tam bir harabe görüntüsüne bürünmüş. Yahudilerin kentten kitlesel göçleri devam ediyor. Tek bir ümit pırıltısı bile görmek mümkün değil. Bu durumun nasıl meydana geldiği konusunda tüm şüpheler kentin yeni hakimleri üzerinde yoğunlaşmakta." (29 Mayıs 1914).

"Yahudileri hedef alan Yunan basın kampanyası hız kesmeden devam etmektedir." (17 Temmuz 1914)

İşgal sırasında meydana gelen olaylar, diğer ülkelerdeki Yahudi cemaatlerinden de uluslararası tepkilerin gelmesine neden oldu. Anglo-Jewish Association ve German Hilfverein'in ortaklaşa kurduğu ve Paul Nathan, Elkan Adler ve Bernard Kahn'dan oluşan bir komite, Ocak 1913'de bölgeye gelerek Yahudilerin içinde bulundukları durumu yerinde tespit ettiler. Komite hazırladığı raporda, Yunan işgali altındaki topraklarda, özellikle de Selanik'teki durumun Sırp ve Bulgar kontrolü altındaki bölgelere göre çok daha kötü olduğunu belirtti.

Ayrıca, Lois Marshall başkanlığındaki American Jewish Committee, işgal sonrasında, ABD Hükümeti'nden, kaybedilen Türk topraklarındaki Yahudilerin haklarının korunması için müdahalede bulunmasını talep ederken, B'nai B'rith'in uluslararası başkanı Adolf Kraus, ABD Dışişleri Bakanı Knox'a yazdığı mektupta, Selanik'te gerçekleştirdikleri zulüm sebebiyle Atina'nın protesto edilmesi isteğinde bulundu.

İşgal sonrasında Yunan basınının Yahudilere karşı tutumu da giderek artan bir şekilde sertleşmiştir. Basında sürekli olarak Yahudileri, Türklerle işbirliği yapmakla ve hain olmakla itham eden haberlere yer verilmiştir. Yunan gazeteleri içinde özellikle Embros gazetesinin antisemitik tutumu dikkat çekicidir. Embros, Yahudilerin Yunan ordusunun Selanik'e girişini pek de heyecanlı bir şekilde karşılamadıklarını ve evlerine Yunan bayrağı asmadıklarını belirterek Yahudileri suçlamıştır.

Yunanlıların Yahudilere karşı uyguladıkları baskıların yoğun bir biçimde dünya basınında yer alması, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, bazı büyük devletlerin, Yunan Hükümeti nezdinde girişimlerde bulunarak, bu durumun sona erdirilmesini istemelerine yol açmıştır. Ayrıca şehirdeki yabancı konsoloslukların da bu durumdan oldukça rahatsız olduklarını Yunan Hükümeti'ne bildirmeleri ve kentte düzenin yirmi dört saat içerisinde sağlanmaması halinde kendi askeri birlikleriyle bunu kendilerinin sağlayacağı yolunda bir ültimatom vermeleri Yunanlıları endişelendirmiştir.

Kendilerine karşı tepkilerin giderek büyüdüğünü fark eden Yunanlılar, görünüşte de olsa, tavırlarını yumuşatmak zorunda kalmışlardır. Venizelos Hükümeti derhal açıklamalar yaparak Yahudilere yönelik eylemlere karşı bir dizi tedbir almıştır. Savaş esirleri ve sebepsiz yere hapishanelerde tutulan Yahudiler de serbest bırakılmıştır.

Uluslararası baskılar dolayısıyla harekete geçen ve önlemler almak zorunda kalan Yunan Hükümeti, işgali izleyen dönemde artan şiddet olaylarının devam edeceğine dair endişeleri ortadan kaldırmayı başarmıştır. Nitekim, Selanik Yahudileri'nin, Merkezî Siyonist Komitesi'nin (Central Zionist Committee) duruma müdahale ederek kendilerini uluslararası alanda temsil etmesi talebi, Yunan Hükümeti'nin, söz konusu tutumu sonucunda geriye çekilmiştir. Selanik Yahudi Cemaati, Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı süresince de Venizelos Hükümeti'nin güvenirliğini sınama imkanını bulmuş ve o şartlar altında Yunanistan yönetimine bağlı olarak yaşamaktan daha iyi bir seçeneğe sahip olmadıklarını görmüşlerdir.

Yunanistan, 1912-1919 döneminde, Yahudilere karşı yumuşak bir politika sürdürerek, Selanik'in sosyal, ekonomik, kültürel ve endüstriyel hayatına egemen olan Yahudileri kazanmaya çalıştı. Selanik ve civarında oturan 70.000-75.000 Yahudi bu bölgenin sosyal, ekonomik ve politik dinamiklerini oluşturmaktaydı. Önceleri Yunanistan'ın sözde uzlaşma elini geri çevirmeyen Selanik Yahudileri, zamanla bu tür bir bütünleşmenin kendi aleyhlerine olacağının bilincine vardılar. Yunanistan'ın Selanik'e hakim olması, Yahudilerin Balkanlar'la ilişkisinin koparılması anlamına gelmekteydi. Öte yandan böyle bir durum, Selanik'in sistematik bir şekilde Helenleştirilmesi, dolayısıyla Yahudi kültür ve varlığının dışlanması demekti.

Birinci Dünya Savaşı dönemine gelindiğinde, Selanik'te meydana gelen en önemli gelişme, 5 Ağustos 1917'de çıkan ve birkaç saat içerisinde kentin Müslüman ve Yahudi mahallelerini tamamen tahrip eden yangındır. Kentin ticari merkezlerinin de yok olduğu yangında, 52.000 Yahudi ve 11.000 Türk evlerini ve işyerlerini kaybetmişlerdir. Yangının nasıl çıktığı ve nasıl bu denli hızlı yayıldığı açıklık kazanmamıştır.

New York Times gazetesinde, yangından iki yıl sonra yayınlanan bir yorumda, "hükümet hiçbir zaman tatmin edici bir açıklama yapmadı. Atina'nın liberal eğilimli günlük bir gazetesinde, yangından ve Makedonya'nın kadim gettosunun yok olmasından duyulan mutluluğu yansıtan haberler yer aldıkça, Selanikliler doğal olarak şüphelerini bu yöne çevirdiler." denilmekteydi.

Yangının çıkış nedeni ne olursa olsun, yangın sonrası gelişmeler, olayın Yahudilere değil, Yunanlılara bazı avantajlar sağladığını göstermektedir. Yangından bir hafta sonra hükümet, tahribata uğrayan tüm alanları kamulaştırmış ve kentin yeniden imarı için bir plan hazırlamıştır. Ancak, bu plan çerçevesinde yeni binalar inşa edilirken, yangından madur olan Yahudiler ve Müslümanlar, Yunanlılarla eşit haklara sahip olamamışlar ve yeni Selanik'ten dışlanmışlardır. Mahallelerini kendileri inşa etmek isteyen Yahudilerin işleri, hükümet tarafından bilinçli olarak yavaşlatılmıştır. Tüm bunlar ise Hükümet ile Yahudiler arasında gerginliğin tırmanmasına yol açmıştır.

Selanik'in Balkan Savaşı'nda işgal edilmesiyle birlikle hız verilen Helenizasyon süreci, 1917 yangınıyla zirve noktasına çıkmıştır. Ancak 1930'lu yıllarda tam anlamıyla sonuçlandırılabilecek olan bu süreç, çok sayıda Yahudi ve Müslümanın kenti terk ederek Osmanlı Devleti'ne ve daha sonra Türkiye'ye göç etmesine yol açmıştır.

1919-1945 Dönemi

İtalya ve Almanya'da yükselişe geçen faşizm ile birlikte Balkanlar’da yaşayan Yahudilere karşı baskı ve ayrımcılık da artmaya başladı. Kısa sürede tüm Balkanlara yayılan antisemitik eylemler, bölgede öteden beri Yahudi karşıtlığının en çarpıcı örneklerinin yaşandığı ülkelerden olan Yunanistan'da da taraftar buldu. Yahudilerin kitlesel olarak yaşadıkları Selanik'in ele geçirilmesinden itibaren uygulamaya koyulan Helenizasyon politikası, Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra, özellikle de Yunanistan'ın "Küçük Asya Seferi"nin 1922'de hezimetle sonuçlanmasının ardından yoğunluk kazandı.

Yunanistan Yahudilerinin zaten elverişsiz şartlarda sürdürdükleri yaşamları, Türkiye ile Yunanistan arasında yapılan ahali mübadelesi antlaşması sonucunda, Türkiye'de yaşayan çok sayıda Rum’un, 1923'ten itibaren Yunanistan'a yerleşmeye başlamasıyla daha da zorlaştı. Zira, bu nüfus, mübadeleye tabi tutulan Türklerin oturdukları mahallelere yerleştirilerek, Yahudilerle komşu oldu. Selanik'e bu yolla gelen Rumların sayısı 100.000'in üzerindeydi ki, bu durum kentin nüfus dağılımını altüst etti. Yüzyıllardır ticaret ve el sanatları alanında, rekabet kabul etmez bir üstünlüğe sahip olan Yahudiler, yeni gelenlerin, hükümetin de teşvikiyle aynı alanlarda faaliyet göstermeleri karşısında gerilemeye başladılar.

Anadolu'dan gelenlerin, Selanik ve civarına yerleştirildikleri dönem, Yunanistan'ın, Türkler karşısında yaşadığı büyük yenilginin yaralarını sarmaya çalıştığı yıllara rastlamaktaydı. Başarısızlığa bahane arayanlar, Anadolu direnişinde Türklerin saflarında yer almış olan Yahudileri de yoğun biçimde suçlamaya başladılar. Selanik Yahudileri de bu ithamlardan payına düşeni aldı. Özellikle Makedonia ve Tahidromos adlı gazetelerin başlattığı antisemitik kampanyalar yerleşik Yunanlılar, yeni gelen göçmenler ve Yahudiler arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine yol açmıştır.

Bu ortam içinde, 1924-1936 döneminde Yunanistan'ı yöneten Liberal Parti'nin önderliğini yaptığı antisemitik söylem, Yunanistan Yahudilerinin yaşantılarının her geçen gün daha da zorlaşmasını sağlamıştır. Yunan Hükümeti'nin ardı ardına aldığı bazı kararlar, Yahudilerin ekonomik hayattan dışlanmaları sonucunu doğurmuştur. Yurtdışından getirilen mallara uygulanan gümrük vergisinin yükseltilmesi Yahudilerin sınır ötesi ticaret yapmaları imkanını kısıtlamıştır. Ürünlerin satıldığı pazarların Cumartesi günleri kurulmasını öngören düzenlemeyle, kutsal Cumartesi günleri çalışmaları yasak olan Yahudiler bu sahanın dışında bırakılmışlardır. Hükümetin ithalat ruhsatı dağıtırken, Ortodoks Yunanlıları kayırması Yahudilere bir darbe daha vurmuştur. Son olarak, Pire'li deniz nakliyatçılarının Hükümet tarafından Selanik'e yerleştirilmeleriyle, Yahudiler, 400 yıldır kesintisiz ellerinde bulundurdukları Selanik limanı işletmeciliğini kaybetmişlerdir.

Yahudi cemaatinin bel kemiğini oluşturan ekonomik gücün kırılmasından sonra Yunan Hükümeti, Yahudilerin eğitim kurumlarını hedef almaya başlamıştır. Yahudi öğrenciler için faaliyet gösteren ve çoğunluğunu Fransız okullarının oluşturduğu, çok sayıda yabancı eğitim kurumu kapatılmıştır. Ayrıca, ilkokullarda, Yunanca dışında bir dille eğitim yapılması yasaklanmıştır. Günlük yaşantılarında Yunanca’yı hiçbir zaman kullanmayan Yahudiler, ilk aşamada Yunanca konuşmaya zorlanmışlar, uzun vadede ise konuştukları ledinoyu veya İbraniceyi unutmaya mahkum edilmişlerdir.

Siyasi alanda ise, Venizelos başkanlığındaki Yunan Hükümeti Selanik Yahudileri ve Batı Trakya Türkleri’ni ayrı seçim bölgelerine koyarak, azınlıkların siyasi güç kazanmalarının, parlamentoya temsilci yollamalarının ve etkin bir muhalefet yapmalarının önüne geçmiştir.

Venizelos'un antisemitik politikasından güç alan bazı unsurlar, Selanik Yahudilerine son bir darbe vurmak için 29 Haziran 1931'de büyük bir gösteri düzenlediler. Gösteriye katılan 2.000 Yunanlı, Selanik'te 220 Yahudi ailesinin ikamet ettiği Kampbell mahallesine yönelerek, Yahudilere ve onlara ait binalara saldırmaya başladı. Saldırı sırasında yüzlerce Yahudi yaralandı. Ancak, mahalleyi tamamen ortadan kaldırmayı amaçlayan kalabalık, aralarında sinagog, okul, cemaat merkezi ile hahamın ve doktorun ikametgahlarının da bulunduğu çok sayıda binayı ateşe verdi. Yangın kısa sürede, yüzlerce yıllık Yahudi mahallesini kül etti.

Yangın kendi kendine sönmeye başlayana kadar olaylara müdahale etmeyen Yunan polisi, olayın faillerini ve Yahudi düşmanı kalabalığı yönlendiren ele başlarını yakalayamadı. Fakat, bölgede aynı dönemde gerçekleştirdikleri antisemitik eylemler ve dağıttıkları Yahudi aleyhtarı broşürler, olayın Kosmidis ve Haritopoulos liderliğindeki Ethniki Enosis Ellas (Ulusal Helen Birliği) tarafından planlanıp gerçekleştirildiğinin kanıtları olarak gözükmekteydi. Yine de bu örgütün hiçbir mensubu yakalanmadı.

Kampbell'de gerçekleştirilen pogrom hareketi, Yunanistan ve özelde Selanik Yahudilerinin maruz kaldığı ne ilk ne de son saldırıydı. Ama, sistematik hazırlanışı, çabuk icra edilişi ve en önemlisi, devlet güçlerinin bu eylem sırasında ve sonrasında tepkisiz kalışları, Kampbell olayına ileride gerçekleşecek olayların habercisi olma özelliğini kazandırdı. Nitekim, çok kısa bir süre sonra Temmuz 1931'de, bu kez Selanik'in Harilaos mahallesinde bir sinagog kundaklandı, bunu 15 numaralı mahallede, Yunanlı bir grubun Sefardim Yahudilerine saldırması izledi. Yoğunlaşan antisemitik eylemlerin, diğer ülkelerde tepkiye yol açması dolayısıyla, Yunan Hükümeti tıpkı 1913'te olduğu gibi, göstermelik bazı tedbirler aldı. Yahudi mahallelerine saldırılarda bulunanlar, yargı önüne çıkarıldı. Fakat, bu kişilerin hepsinin serbest bırakılması, önlemlerin ne denli samimiyetsiz olduğunu gözler önüne serdi.

Hükümet aldığı önlemlerin samimiyetsizliğini, Yunanistan'da yaşayan Yahudilerin ülke dışına gönderdikleri mektuplara el koyarak daha da artırdı. Bu yolla, ülkede Yahudilere karşı yürütülen eylemlerin ulaştığı boyutların yabancı kamuoylarına duyurulmasının önüne geçilmeye çalışılıyordu.

1936'de Venizelos'un iktidardan uzaklaştırılması, cumhuriyet yönetiminin lağvedilmesi, II. George'un tahta geçirilmesi ve krallık rejiminin yeniden kurulmasıyla Yunanistan'da yeni bir dönem başladı. Başbakan Metaxas'ın diktatoryal bir yönetim sergilediği bu dönemde, Venizelos zamanında yoğun saldırılara maruz kalan Yahudiler nispeten rahat bir ortama kavuştular. Ancak, İkinci Dünya Savaşı'nın patlak vermesiyle, Yunanistan Yahudileri için tarihin en acı sayfalarından biri daha açıldı.

İkinci Dünya Savaşı'na yol açacak gelişmeler ortaya çıkarken, Avrupa'nın büyük bölümünde olduğu gibi, Yunanistan'da da faşistler güç kazanmaya başladılar. Yükselen faşizmin ilk hedefi Yahudiler oldu. 1939-1941 dönemi yerli faşistlerin Yahudiler üzerinde uyguladıkları baskılarla geçti. Ancak Yahudiler için asıl olumsuz gelişmeler Yunanistan'ın Almanlar tarafından işgal edilmesiyle başladı.

Selanik'e girmelerinden hemen sonra Almanlar ilk iş olarak, Yahudilerin çıkarmakta olduğu tüm gazeteleri kapattılar. Cumhuriyet yanlısı Yahudilerin kurmuş olduğu dernekler dağıtıldı. Tüm Yunanistan Yahudilerinin dörtte üçünü oluşturan 56.000 Selanik Yahudisi, Alman askerlerinin ve onların Yunanlı işbirlikçilerinin vahşetine maruz kaldılar. Nazi işbirlikçisi Yunanlıların başında Başbakan Ioannis Rallis gelmekteydi.

11 Temmuz 1942'de Kuzey Yunanistan'daki Alman işgal ordularının komutanı General von Krenzki, Selanik'teki tüm erkek Yahudilerin kentin meydanında toplanmalarını emretti. Yahudilere, çalışmaları için işçi kartı dağıtılacağı söylenmekteydi. 10.000 kadar Yahudi o gün akşama kadar Alman askerleri tarafından dövüldü. Ertesi gün de kentin batısındaki bataklık alana gönderildiler. Burada çoğu sıtma hastalığına yakalandı.

Şubat 1943'te Alman işgali altındaki bölgelerin yönetimini Nazi SS komutanlarının devralmasıyla birlikte, Yahudiler toplama kamplarına gönderilmeye başlandılar. Nazilerin Yunanlı işbirlikçileri bu durumdan son derece hoşnuttular. Özellikle Yahudilerin boşalttıkları alanların, Almanlar tarafından Yunanlılara verilmesini memnuniyetle karşılamaktaydılar. Selanik'in büyük Yahudi mezarlığı, üniversitenin genişletilmesi bahanesiyle Selanik belediyesinin kullanımına verildi. Kısa sürede, Yunanlılar bu mezarlığı tamamen tahrip ettiler. Mezar taşları kırıldı. Bazıları evlerin inşaat malzemesi olarak kullanıldı. Selanik'teki Agios Dimitrios kilisesinin döşemelerinde bugün bile, o dönemden kalan Yahudi mezar taşlarını görmek mümkündür. Mezarlığın yanı sıra, Yahudilerin boşalttığı evler, dükkanlar ve sinagoglar da Yunanlılara verildi. Yunanlılar evleri ve dükkanları kullanırken, okul, sinagog, kütüphane gibi binaları tahrip ettiler. Bu nedenle, 30 sinagogtan sadece bir tanesi savaş bittiğinde ayakta kalabilmişti.

Öğretim üyesi Polihronis K.Enepekidis tarafından 1969 yılında kaleme alınan ve tesadüfen Atina'daki bir kitapçıda bulunan "Yahudilerin Yunanistan'dan Kovulmaları, 1941-1944/SS Gizli Belgelerine Dayanarak" adlı kitapta yer alan, 2. Dünya savaşından önce tüm Yunanistan'daki 77.377 Yahudi’den yüzde 87'sinin Almanlara teslim edildiğini gösteren bir liste ise olayın gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.

Sözkonusu kitapta; “Yunanistan'daki Yahudilerin el konulan mülklerinin Maliye Bakanlığı tarafından oluşturulan Yahudi mülklerinin idaresi komisyonu tarafından Yunan devletine devredildiğine, Yahudilerden toplanan paralarla oluşturulan fonun Selanik'teki Makedonya Genel Valisi Simeonidis tarafından, Bulgarların Trakya'dan kovaladıkları Yunanlı göçmenleri yerleştirmek için kullanıldığına, Yanya'dan toplanıp götürülen Yahudilerin şehirden çıkarılması sırasında "Yunanlıların yüzlerinde rahatlıkla görülebilecek olan gizli bir mutluluk ile Yahudilerin şehirlerden çıkışını izledikleri"ne, Yunanistan'daki Yahudilerin tutuklanması sırasında Yunan emniyet makamlarının Almanlara en fazla yardımı gösterdiklerine, Batı Trakya bölgesinde İskeçe, Dimetoka ve Dedeağaç'taki Yahudilerin 2. Dünya Savaşı sırasında yaşam koşulları ve toplama kamplarına götürülmelerine Alman belgelerine atıfta bulunarak yer verilmektedir. .

Günümüzde Yunanistan'da Antisemitik Eylem ve Tutumlar

Bugün Yunanistan'ın çeşitli bölgelerinde yaşayan Yahudi azınlığın nüfusu 6.000 civarındadır. II. Dünya Savaşı sırasında yaşanan soykırım olaylarından sonra 10.000 civarına düşen Yahudi nüfusunun, savaşın sona ermesinden bugüne daha da azalmasının iki temel nedeni vardır. Bunlardan birincisi, 1948'de İsrail devletinin kurulmasından sonra, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi, bazı Yunanistan Yahudilerinin de yüzlerce yıldır yaşadıkları toprakları terk ederek İsrail'e göç etmeleridir. İkinci ve daha çarpıcı olan neden ise Yunanistan'da, savaş öncesinde olduğu gibi, savaş sonrasında da devam eden antisemitizm hareketleri sonucunda bir çok Yahudinin bu topraklardan ayrılmak zorunda kalmasıdır.

Yunanistan Yahudilerini son derece rahatsız şartlar altında yaşamaya mecbur eden antisemitik uygulamalar günümüz Yunanistan’ında da devam etmektedir. Yunan toplumundaki antisemitik eğilimler, din, eğitim, yasama-adalet işleri ve politika boyutlarında ele alınabilir.

1-Dini Boyut

Antisemitizmin Yunan toplumundaki dini motiflerini ortaya koyabilmek için öncellikle Hıristiyanlığın Yunan toplumunun yapısındaki köklü ve etkin rolüne bakmak gerekmektedir. Yunan bağımsızlık savaşında ve Yunanistan devletinin kurulması aşamasında Hıristiyanlığın etkisi tartışılmazdır. Avrupa Komisyonu'nun 1995'de gerçekleştirildiği bir kamuoyu yoklaması da bu olguyu destekler şekilde, Yunanlıların Avrupa Birliği üyesi ülke vatandaşları arasında en dindar toplum olduğunu göstermektedir.

Bugün Yunan toplumunun etnik ve dini homojenliği o kadar fazladır ki, azınlıkların bu topluma entegre olması son derece güçtür. Yunanistan Anayasası'nın devlet ve kilise ilişkilerini düzenleyen 3. maddesi, öncellikle dinin Hıristiyan Ortodoks dini olduğunu ve kutsal metinlerin Doğu Ortodoks Hıristiyan Kilisesi'nin ön izni olmaksızın değiştirilemeyeceğini kurala bağlamaktadır. Bu durum, sistemin laikliği ve buna bağlı olarak da din ve vicdan hürriyetlerinin gerçekleşebilmesi konusunda bir takım kuşkular uyandırmaktadır. Zira bir devlet yönetiminde laiklikten bahsedebilmek için, devletin resmi bir dininin bulunmaması ve devlet işlerinin idaresinde bir dinin mensuplarının diğerlerinden üstün tutulmaması gereklidir.

Oysa antisemitik görüşün temsilcisi olan bazı din adamları geçmişte olduğu gibi günümüzde de, halen Siyonist veya Yehova Şahitleri karşıtı cephe görünümünü sergilemektedirler. Bu çevreler, Siyonizmi "Dünya'yı ele geçirmek üzere tasarlanmış bir Yahudi planı", Yehova Şahitliğini ise "bu amaç için Yahudiler tarafından kurulmuş ve kontrol edilen bir mekanizma" olarak tarif etmektedir. Ortodoks Kilisesi'ne bağlı metropolitlerdeki din adamlarının zaman zaman su yüzüne çıkan antisemitik tutumlarının sorumluluğunu, Kilise üzerine almamaktadır. Kilise yetkilileri bu metropolitliklerin idari olarak bağımsız olduklarını, dolayısıyla bu hareketleri engelleme imkanlarının bulunmadığını belirtmektedirler.

Antisemitik söylem içinde bulunan merkezlerden biri, Khalkis Metropolitliği'dir. 1980'lerin sonunda, bu metropolitlik tarafından yayınlanan ve halka dağıtılan broşürlerde, "Hıristiyanlığın ve Yunanistan'ın düşmanı olan ateşten, koleradan, yılandan ve kurttan daha kötü olan Yahudilerin yaşadıkları yerlerden kovulmaları" istenmekteydi. Bu dönemde, Florina Metropoliti Avgustin Kantiotis'in halka dağıtılan vaaz kasetlerinde de, Yunan halkı Yahudilere karşı galeyana getirici bir üslup kullanılmaktaydı. Korint Metropoliti Panteleimon Karanikolas'ın 1980'de yayınladığı Yahudiler ve Hıristiyanlar adlı kitapta ise, "insanların kanını emen Yahudilerin gücünden" söz ediliyordu.

Bazı Ortodoks din adamlarının bireysel Yahudi karşıtı eylemlerinin yanı sıra, Yunanistan'da dini nitelikli örgütlerin yürüttüğü sistemli antisemitik faaliyetler de yapılmaktadır. Kosmos Flamistos ve Hagia Agathangelos Esfigmenites gibi örgütler, Yahudileri "Yunan düşmanı", "masonların ve siyonistlerin işbirlikçileri" olarak nitelendirmekte ve "bu hain Yahudilerin Yunanistan'dan sürülüp atılmalarını" istemektedirler. Ortodoksos Tipos ve Dinamis adlı yayın organlarında yer alan, çoğu imzasız yazılarda da, Yahudiler "Hıristiyan ve Yunan düşmanı" olarak lanse edilmektedir.

2-Eğitim

Yunan eğitim sistemi tutucu bir yapıya sahip olup devletin sıkı denetimi altındadır. Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı tarafından belirlenen müfredat çerçevesinde, 12 ders yılının onunda zorunlu din dersi okutulmaktadır.

1988'de Merkezî Musevi Kurulu (MMK) - Central Jewish Board- müfredatta yer alan antisemitik metinleri tespit ederek, ortadan kaldırmak için bir çalışma başlatmış ve Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı’na bu amaçla başvuruda bulunmuştur. Bakanlık olaya ilgi göstermekle birlikte, değişiklikleri uygulamaktan sorumlu olan Pedagoji Enstitüsü, MMK'nın hazırladığı raporda yer alan değişiklik tekliflerine konu olan metinlerin ciddi antisemitik unsurlar içermediği gerekçesiyle bu teklifleri reddetmiştir. Merkezî Musevi Kurulu'nun yayın organı olan Information Bulletin'in 1 Temmuz 1988 tarihli nüshasında, Yunanistan okul kitaplarında yer alan, Yahudi karşıtı metinleri gözler önüne seren bir makale yayınlanmış ama Yunanistan eğitim makamları bu konuyu gündemlerine almaktan kaçınmışlardır.

Kostas Simitis başkanlığındaki Yunan hükümetine yapılan bir başvuru çerçevesinde, okul kitaplarındaki Yahudi karşıtı söylemin değiştirilmesi için 1997'de bir çalışma yapılmış, ancak bu çerçevede bu tür metinlerin sadece altıda biri kitaplardan temizlenebilmiştir.

3-Yasama ve Adalet İşleri

Yunanistan'da, 1979 yılında ırk ve milliyet ayrımına karşı 1927 sayılı bir kanun yürürlüğe girmiştir. Buna göre, "her kim bilerek sözlü veya basın yoluyla yahut yazılı olarak veya resimlemeler ve sair metodlarla, toplumda açık şekilde, ırk veya milliyete dayalı ayrımcılığı, nefreti veya şiddeti kışkırtacak hareketlere teşebbüs eder ise iki yıla kadar hapis cezasına çarptırılır." Bu cezalar aynı zamanda, "ırk ayrımına yönelik örgütlü propaganda veya diğer faaliyetler yürütmek amacıyla teşkil edilmiş örgütleri kuran veya bunlara üye olanlar" için de uygulanır. Kanunun yürürlüğe girmesinden beş yıl kadar sonra, MMK'nın talebi üzerine sosyalist eğilimli PASOK Partisi'nin desteğiyle, bu kanunda değişikliğe gidilmiştir. Yürürlüğe giren 1419 sayılı kanun, din sebebiyle ayrımcılığı da, ırk ve millet ayrımı yasağına eklemiştir. Ancak, bu iki yasa çok nadir olarak uygulanmakta ve Yunan mahkemeleri, çoğunlukla Yahudilere yönelik bu tür yayınların antisemitik niteliğini yeterince belirgin bulmayarak, yasal işlem yapmamaktadır.

Bu duruma örnek olarak, MMK'nın Stohos gazetesi aleyhine açtığı dava verilebilir. Açılan dava henüz bir sonuca ulaşmadan tarafların gazetede tekzip yayınlanması konusunda anlaşmış ve bu sebeple dava düşmüştür.

Bir diğer örnek, Girit Ortodoks Kilisesi'nin, Girit Yehova Şahitleri Kilisesi aleyhine açtığı ve Kilise'nin tüzel kişiliğinin kaldırılmasını talep ettiği davadır. Mahkeme 1984 yılında verdiği kararda aşağıdaki ifadelere yer vermiştir:

"Yehova Şahitliği sadece Hıristiyan ve Yunan karşıtı bir hareket değil, aynı zamanda Dünya Teokratik Yahudi-Siyonist devletini kurmayı hedefleyen bir oluşumdur. Bir din değil; Tanrı öğretisini en vahim derecede yozlaştıran ve Kudüs merkezli Dünya Siyonist İmparatorluğu'nu kurmayı amaçlayan, Yahudiliğe bağlı uluslararası politik ve ekonomik bir örgüttür. Bu kişiler bilerek veya bilmeyerek şeytanın aletidirler. Yunanistan'ın uygarlığa hiçbir katkısı bulunmadığını iddia eder, Hıristiyan dünyasının yıkılmasını umar ve İsrail'den başka hiçbir anavatan kabul etmezler."

Yasama organının faaliyeti ile ilgili olarak eklenebilecek bir husus da Yunanistan'da antisemitik nitelikte hiçbir yasanın yürürlükte bulunmadığıdır. Yani, Yunan Hükümeti sistematik bir antisemitizm yürütmemektedir. Ancak, uygulamada ortaya çıkan durum, Yunan halkının çeşitli katmanlarında Yahudi karşıtlığının yerleşmiş olduğunu gözler önüne sermektedir.

4-Politika

Yunanistan siyasetinin önemli unsurlarından Yunanistan Komünist Partisi (KKE) İsrail'i her zaman emperyalist Amerika'nın Ortadoğu'daki temsilcisi olarak görmüş ve anti-siyonizmin komünist politikanın ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade etmiştir. Öte yandan, sosyalist eğilimli PASOK antisemitizmi kınamakla birlikte, zaman zaman antisemitik politikalar izleyerek genel çizgisiyle çelişkiye düşmektedir. Diğer güçlü parti olan, Yeni Demokrasi Partisi ise istikrarlı bir şekilde antisemitizmin karşısında durmaktadır. Örneğin, 1982'de solcuların İsrail ve Yunanlı Yahudilere saldırıları sonrasında, antisemitizm konusunu parlamentoya taşıyan, bu partinin 5 milletvekili olmuştur.

İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgal etmesinden sonra, siyasal partilerin söyleminde yer alan İsrail ve Yahudi karşıtlığı unsuru hissedilir derecede artmıştır. PASOK lideri Andreas Papandreu, bu dönemde yaptığı bir konuşmada, İsrailliler ile Naziler arasında benzerlik kurdu. Hatta, bir PASOK milletvekili, Yoannis Kutsoyannis, Yunan Parlamentosu'nda Yunanistan'da 1967'de gerçekleştirilen askerî darbenin arkasında bile "Yahudilerin ve Masonların" bulunduğunu ifade etti.

Yakın geçmişte, Yunan siyasetinde yaşanmış en çarpıcı Yahudi karşıtı eylem, 1996'da Yeni Demokrasi Partisi milletvekili George Karatzaferis'in, Profesör Christos Rozakis'in, Dışişleri Bakan Yardımcılığı görevine atanmasına karşı çıkarken, Rozakis'in Yahudi asıllı olmasına vurgu yapmasıdır. Karatzaferis'in Kasım 1996'da başlattığı bu kampanyadan yaklaşık iki ay sonra Rozakis görevinden ayrılmak zorunda kalmıştır.

Öte yandan, 1998'de Yunanistan Dışişleri Bakanlığına getirilen Yorgo Papandreu da annesinin Yahudi olduğu iddiasıyla, antisemitik çevrelerce yıpratılmaya çalışılmış, bu olay bir kez daha siyasi alanda antisemitizmin yansıması olarak değerlendirilmiştir. Museviliğe göre din anneden çocuğa intikal eder. Babanın dini ne olursa olsun, Musevi anneden doğan çocuk Musevi olarak kabul edilir. Dolayısıyla Papandreu'yu hedef alan girişimler bu anlayışı temel almışlardır.

5-Toplumsal Örgütler

Son yıllarda birçok antisemitik grup, politik parti veya örgüt çatısı altında antisemitik politikalarını meşrulaştırma girişimlerinde bulunmaktadır. Bunların çoğu aşırı sağcı gruplardır. Bu örgütler, sonuçta birleşmekle birlikte, birbirinden çok farklı ideolojilere sahip üç ayrı grup olarak ele alınabilir. Dini antisemitizm, politikaya Hıristiyan Demokrasi Partisi ile girmiştir. Bu partinin tek siyasal başarısı 1985'de sosyalist PASOK ile yapılan işbirliği anlaşması neticesinde, Parti lideri Nikos Psaroudakis'in parlamentoya girmesidir. Psaroudakis Yunanistan'da en tanınmış antisemitikler arasında yer almaktadır. Psaroudakis'in çalışmaları arasında, antisemitik yayınların en önemlileri arasında yer alan “Protocols of the Elders of Zion” adlı eserin Yunanca tercümesi de bulunmaktadır.

Diğer bir yahudi karşıtı grup da aşırı sağcı örgütlerdir. Bunlar arasında, Kostas Plevris'in 1960'da kurduğu "4 Ağustos" örgütü (Plevris'in hapsedilmesi ve örgütün yasadışı ilan edilmesinin ardından "Hareket" adı altında yeniden yapılandırılmıştır) önemli bir yere sahiptir. "Hareket" 1977'de Ulusal Parti ile birleşmiştir. İki yıl sonra ise adını ENEK (diğer adıyla "Ulusal Milliyetçi Hareket") olarak değiştirmiştir. Parti, siyasi faaliyetin yanı sıra antisemitik kitapların yayınlandığı bir yayınevi de kurmuştur. Söz konusu parti bugün politik olarak aktivitesini yitirmiş olmakla birlikte, yayınevi halen faaliyetini sürdürmektedir.

Neo-Nazi eğilimler taşıyan örgütler arasında, 1981'de kurulan ve Nikolaos Michaloliakos'un genel sekreterliğini yaptığı "Halk Cephesi" (Laikos Syndesmos) en çarpıcı olandır. Son derece güçlü antisemitik, yabancı düşmanı ve ultra- milliyetçi görüşler bu örgüt tarafından savunulmaktadır. Örgütün yayınladığı aylık, Hrisi Avgi- Altın Şafak dergisinin tüm Yunanistan'da okuyucu kitlesi bulmaktadır. Esasen Michaloliakos'un genel sekreteri bulunduğu Halk Cephesi örgütü, Yunanistan kanunlarına göre kurulmuş bir örgüttür. Michaloliakos asıl antisemitik faaliyetlerini Altın Şafak dergisi etrafında yoğunlaştırmaktadır. Bu noktada, Michaloliakos'un aslında yasal Halk Cephesi örgütünü bir paravan olarak kullanarak, bunun arkasında Yahudi karşıtı Altın Şafak örgütünü oluşturduğunu söylemek mümkündür. Son yıllarda örgütün faaliyetlerinde gözle görülür bir artış gözlemlenmektedir.

6-Antisemitik Yayınlar

Yunanistan'da antisemitizmin varlığının en sağlıklı ölçütlerinden birisi de, bu doğrultuda yayın yapan basın ve yayın organlarıdır. Antisemitik eğilimli gazetelerden en köklü olanı haftalık Stohos gazetesidir. Bu gazete, antisemitik içerik taşıyan “Protocols of the Elders of Zion” adlı kitabı bir yazı dizisi halinde yayınlamıştır.

Diğer bir antisemitik eğilimli gazete de Eleftheri Ora'dır Elefteri Ora'nın yayıncısı G.Michalopoulos, Nei Anthropi adlı bir başka küçük gazetenin de sahibidir.

Daha geniş kitlelere seslenebilen antisemitik eğilimli televizyon kanalları arasında da Tele-City, Tele-Tera ve Channel-67'yi saymak mümkündür. Bu kanallarda sistemli olarak Yahudi düşmanlığı konusu işlenmekte ve aralarında Kostas Plevris gibi isimlerin de bulunduğu önde gelen Yahudi karşıtlarına programlar yaptırılmaktadır.

7-Yahudi Karşıtı Eylemler

Yunanistan'da yaşanan antisemitik olaylardan biri, 26 Temmuz 1987'de Volos'ta gerçekleşmiştir. Olayda, sprey boyalarla sinagog ve Yahudilerin işlettiği dükkanların duvarlarına tehditler içeren yazılar yazılmış ve bu dükkanlardan birisine hasar verilmiştir. Bölgede yaşayan Yahudi cemaatinin, bu olay üzerine polis komiserine yazdığı mektupta, bu tarzda şiddet olaylarının ve hatta daha ciddi olayların gelecekte vuku bulabileceği konusundaki endişeler dile getirilmiştir. 1989'da gerçekleşen benzeri bir olayda, Nazilerce toplama kamplarında katledilen 5.000 Yunanistan Yahudisi adına yaptırılmış olan anıt hasara uğratılmıştır.

Bir diğer olay ise, 1989'da Avrupa Basketbol Şampiyonası sırasında gerçekleşmiştir. Maccabi Tel Aviv takımı oyuncularının Dachau toplama kampını ziyaretleri sırasında, bir grup fanatik Yunanlı taraftar "Hitler size iyi yaptı", "Yaşasın Hitler", "Yahudi domuzları sizleri sabun yapacağız" diye bağırarak, oyunculara hareketler yağdırmışlardır. Yunanistan Hükümeti, bu olayın İsrail ile ilişkilerini olumsuz etkileyebileceği endişesiyle, derhal bir açıklama yaparak olayı kınadığını ve üzüntüyle karşıladığını belirtmiştir.

18 Mart 1997'de Trikala'daki Yahudi mezarlığındaki bazı mezar taşları aşırı milliyetçi Yunanlılar tarafından tahrip edilmiş, Yunanistan Merkezi Musevi Kurulu'nun bu olayı kınamasına rağmen Yunan makamları suçluların yakalanması konusunda gerekli hassasiyeti göstermemişlerdir. Bu olaydan yaklaşık bir yıl sonra 23 Nisan 1998'de Merkezi Musevi Kurulu'nun Atina'daki bürolarının bulunduğu binaya bombalı bir saldırı gerçekleştirilmiştir. Bu olay üzerine, Konsey'in Yönetim Kurulu Başkanı Moses Kostantinidis, Yunanistan Hükümeti'nin 1993'te kaldırdığı tam gün koruma hizmetinin yeniden başlatılmasını talep etmiştir.

23 Temmuz 1997 günü ABD Dışişleri Bakanı yardımcısı John Shuttack’ın basına açıkladığı din özgürlüklerini korumayla ilgili raporunda, Yunanistan’da Ortodoksluk hariç, diğer dini doktrinlerin serbest çalışmalarına engel olunduğu bildirilirken, Yunan devletinin Yehova Şahitleri’ne çıkardığı güçlüklere ayrıntılı ve geniş şekilde atıfta bulunulmuş, Yunanistan’da Katolik kilisesi liderlerinin ve Yahudi toplumu temsilcilerinin Parlamento tarafından özellikle Ortodoks olmayan kiliselere darbe indiren vergi kanununun oylanmasına gösterdikleri tepkiye işaret edilmiştir.

7 Mayıs 2000'de Yahudi Soykırımı'nın 57. yıldönümü vesilesiyle Selanik Yahudi cemaati tarafından düzenlenen anma toplantısına ve diğer etkinliklere Selanik Belediye Başkanı'nın katılmaması Yahudi cemaati tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Cemaat Başkanı Andreas Sefiha bir kınama bildirisi yayınlayarak, Yunanistan'daki Yahudi mezarlıklarına, sinagoglarına ve soykırım anıtlarına yapılan saldırıların süreklilik kazanmasının ardında, Yunanistan hükümet yetkililerinin, Selanik Belediye Başkanı'nın kayıtsız tutumu gibi, antisemitik eylemlere karşı tepkisiz kalmasının yattığının altını çizmiştir. Sefiha, bildirisinde ayrıca, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın terör ile ilgili raporunda, Musevi hedeflerine yönelik saldırıların faillerinin hala bulunamamasından ve Ortodoksların, diğer dinlere ve mezheplere mensup kişilerden resmen üstün tutulmasından Yunan hükümetinin sorumlu olduğu yönündeki tespitin bir ölçüde doğru olduğunu, eskiden 503 Yahudi subayın bulunduğu Yunan ordusunda 2000 yılında hiç bir Yahudi subayın kalmamasının ve Yahudilerin devlet mekanizmasının üst kademelerine yükselememesinin ardında bu ayrımcı politikanın yattığını vurgulamıştır.

Sefiha'nın bu açıklamaları Yunan Hükümeti'nde hiçbir olumlu etki ve karşılık bulmamıştır. Nitekim, aradan bir ay bile geçmeden, 27 Mayıs 2000'de Atina'nın Egaleo semtindeki 3. mezarlığın bir bölümünü oluşturan Yahudi mezarlığına giren kimliği meçhul kişiler, mezar taşlarına ve Yahudi Soykırım Anıtı'na sprey boyalarla gamalı haç deseni çizerek antisemitik sloganlar yazmışlar, failler ise yine ele geçirilememiştir.

23 Haziran 2002 günü, Rodos adasında, Kaleiçi'ndeki Evreon Martiron meydanında, "Nazi kamplarında öldürülen Rodos ve İstanköylü 1604 Yahudi’nin anısına" açılan Yahudi anıtına, 02 Temmuz 2002 günü akşamı gerçekleştirilen saldırıda, anıt üzerindeki bazı mermerler kırılmış ve yazılar kazınmak suretiyle silinmeye çalışılmıştır. Diğer taraftan, Yunanistan Laos (Halk) Partisi başkanı ve aynı zamanda milletvekili olan Yorgos Karacaferis’in saldırıya uğrayan Yahudi anıtının açılış töreni öncesinde, Rodos belediye başkanına bir mektup göndererek, anıtın açılmasına karşı olduğunu ve gelişmeleri kınadığını belirtmiş olması ise bu olayın habercisi gibi gözükmektedir.

Sağ eğilimli haftalık Stohos gazetesinin 20 Şubat 2003 tarihli sayısında yayınlanan bir yazıda; mal sahibi Rodoslu Yahudilerin, Agios Panteleimonas adlı ilkokulun bulunduğu binayı 31 yıldır kullanmasından dolayı, Rodos valiliğinden bu yılların kirasını talep etmelerini ve bu talebin mahkeme tarafından haklı görülmesi ile Rodos'un eski şehir bölgesindeki mağaza işletmecilerinin çoğuna karşı toplu davalar açmalarının, Yahudilerin tahrik dolu girişimleri olarak adlandırıldığı ve bunun arkasında siyasi amaçlarından başka, inandıkları tek tanrı olan paranın yatmakta olduğu yorumuna yer verilmiştir.

Yahudi mezarlığındaki mezarların kirletilmesi ve mezarlar üzerine gamalı haç ve neonazizm yanlısı sloganlar yazılması nedeniyle, 18 Ekim 2003 tarihinde Yanya Yahudi toplumu, Cenova İnisiyatifi ve Yanya Üniversitesi tarafından valilik binası önünde faşizm aleyhtarı bir miting düzenlenmiştir.

"Avrupa Konseyi'nin Irkçılığı ve Hoşgörüsüzlüğü Önleme Heyeti (ECRI)’nin yayınladığı 2003 yılı raporunda, Yunanistan'da 'anti-semitik' eylemlerin arttığı yönünde tespitte bulunulmuştur.

Yunan basınında Yahudi düşmanlığı öylesine körüklenmektedir ki, hükümetin İsrail ile yaptığı anlaşmalar dahi rahatlıkla eleştirilebilmektedir. 20 Kasım 2003 tarihli ırkçı Stohos gazetesinde, "Yahudi Kurşunları" başlığı altında yayınlanan bir yazıda, Yunan Emniyet Teşkilatı’nın İsrail'den mermi alınması nedeniyle eleştirildiği görülmüştür.

Sonuç olarak, günümüzde Yunanistan'da antisemitizmin mevcudiyetinden şüphe duymak mümkün değildir. Antisemitizm bazen sadece fikir ve düşünce temelinde kalmakta, bazen söylemlere yansımakta ama bazen de yukarıda örnekleri verildiği gibi eylem alanına dökülmektedir. Tarihsel kökenler ve 20. yüzyılın son yıllarında yaşanmaya devam eden eylemler göz önüne alındığında, antisemitizmin 21. yüzyılda da Yunan toplumunun en önde gelen duygusal bileşenlerinden biri olmaya devam edeceği söylenebilir. Modern bir ulus-devletin gereği olarak laik bir yapı, hukukun üstünlüğü, ırk ve din ayrımcılığının reddi gibi ilkeleri yönetim anlayışının temeline oturtması gereken Yunanistan hükümetlerinin bu yöndeki çabaları pratik alana dökülmeyen söylemsel ifadelerden ibaret kalmaktadır. Avrupa Birliği üyeliğinin getirdiği bazı sorumluluklar ve zorunluluklar çerçevesinde, azınlıklara yönelik sözde iyileştirmelere gidilse de, Yunanistan'daki Türk; Makedon, Arnavut, Ulah azınlıkları gibi, Yahudi azınlık da Atina kaynaklı ayrımcılığı günlük yaşamlarının her anında hissetmektedir.

Yunanistan Yahudilerini ve Yahudi soykırımı kurbanlarını anma günü ilan edilen "27 Ocak" vesilesiyle, 27 Ocak 2004 günü Atina konser salonunda düzenlenen törende Yunanistan Yahudi Cemaati tarafından dağıtılan, Yunanistan'daki Kayıp Yahudiler Listesi, 1943-1944:

 

BÖLGELERE GÖRE BELEDİYELER SAVAŞTAN ÖNCE NÜFUS SAVAŞTAN SONRA NÜFUS NÜFUSUN AZALMA ORANI
TRAKYA
Dimetoka Belediyesi 900 33 96%
Kumçiftliği Belediyesi 197 3 98%
Dedeağaç Belediyesi 140 4 97%
Gümülcine Belediyesi 819 28 97%
İskeçe Belediyesi 550 6 99%
MAKEDONYA
Kavala Belediyesi 2.100 42 98%
Drama Belediyesi 1.200 39 97%
Serez Belediyesi 600 3 99,5%
Selanik Belediyesi 56.000 1.950 97%
Veria Belediyesi 460 131 72%
Kastorya Belediyesi 900 35 96%
Florina Belediyesi 400 61 85%
TESALYA
Trikala Belediyesi 520 360 31%
Larisa Belediyesi 1.120 726 35%
Volos Belediyesi 872 645 26%
ORTA YUNANİSTAN
Halkida Belediyesi 325 170 48%
Atina Belediyesi 3.000 1.930 36%
MORA
Patra-Agrinio Belediyesi 265 152 43%
EPİR
Yanya Belediyesi 1.850 163 91%
Preveza Belediyesi 250 15 94%
Arra Belediyesi 384 60 84%
ADALAR
Korfu Belediyesi 2.000 187 91%
Zakinthos Belediyesi 275 275 0%
Hania (Girit) Belediyesi 350 77 78%
Rodos-İstanköy Belediyesi 1.900 200 89%
TOPLAM 77.377 7.295 91%