ABTTF
TR
HABER BÜLTENİMİZE KAYIT OLUN Bülten İcon
Batı Trakya

Meriç'in ötesinden...

08.05.2004
Erdoğan bugün "Mübadil"lerin sesleri titreyerek "Suyun öte tarafı" dedikleri Batı Trakya'yı ziyaret ediyor. Yunan tarafının "İyiniyet ve dostluk jesti", Türk tarafının ise "Azınlık haklarına saygı temelinde iyi komşuluk ilişkilerinin örneği" diye değerlendirdikleri bu ziyaret, gerçekten tarihi önem taşıyor. Çünkü, Batı Trakya'da yaşayan soydaşlarımızın gördüğü son Türkiye yetkilisi 1952'de Cumhurbaşkanı Celal Bayar olmuştu.

Aradan geçen yarım yüzyıl boyunca 150 bin Türk'ün durumu ve sorunları çok az değişti. Yunanistan'daki siyasal ve ekonomik gelişmelerden pek nasibini alamayan Batı Trakya, "AB'nin en geri ve en yoksul bölgesi" haline geldi.

Azınlığın tanımı

Türkler'in bugün Erdoğan'a anlatacakları sıkıntılar, 52 yıl önce Bayar'a sıraladıklarından pek farklı olmayacak. Sorunlarını üç başlıkta toplamak mümkün: Azınlık, müftülük ve eğitim.

Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihinde "Mübadele Anlaşması" imzalandığında Batı Trakya'da 129 bin Türk yaşıyordu. Bugün sayıları 150 bin dolayında. Ancak fark şurada: 1923'te Rodop ve İskeçe illerinden oluşan bölge nüfusunun yüzde 68'i Türk kökenliydi, şimdi bu oran yüzde 30'a indi. Yine 1923'te bölge topraklarının yüzde 84'ü Türkler'in mülküydü, bu oran da yüzde 20'ye geriledi. Çünkü Yunanistan çok uzun bir dönem boyunca göçe zorlama, sindirme ve bölgenin nüfus yapısını değiştirme politikalarıyla Türk toplumunu eritmeye çalıştı. Hatta işi etnik kimliğin inkarına kadar götürdü, Lozan Anlaşması'nda "Türk azınlık" ifadesi bulunmadığını öne sürerek soydaşlarımızı "Müslüman azınlık" diye tanımladı.

"Müftülük sorunu" denilen Batı Trakya Türkleri'nin dini liderlerini seçme hakkı 1990'da, sosyal kurumlarının yöneticilerini seçme hakkı da 1967'de ellerinden alındı. Gümülcine ve İskeçe'de 14 yıldır biri Yunan Hükümeti'nin atadığı, biri de azınlığın seçtiği ikişer müftü var. Türkler'in hayır kurumu, dernek ve vakıfları da yine Yunan yetkililerinin atadığı kişilerce yönetiliyor.

Üçüncü kanayan yara, eğitimde ise iki sorunla karşılaşıyoruz. Birincisi sadece kapasiteleri sınırlı iki azınlık ortaokulunun bulunması nedeniyle Türkler'in Yunan okullarında okumaya veya Türkiye'ye gitmeye zorlanmaları. Diğeri ise azınlık okullarına eğitimleri yetersiz öğretmenlerin atanması nedeniyle öğrenim düzeyinin düşmesi.

Liste azınlığı Yunan partilerinde siyasete zorlamak için bağımsız adaylara yüzde 3 barajı getirilmesi, kamu görevlerinde ayırımcılık, ifade özgürlü- ğünün kısıtlanması gibi sorunlarla uzayıp gidiyor.

Sınırlı rahatlama

Hemen belirtelim, gerek Türk-Yunan ilişkilerindeki iyileşme, gerekse AB'nin baskıları sonucu bölgede son yıllarda bir ölçüde ilerleme sağlandı. Örneğin 3 yıl önce Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu'nun "Türk kimliğini reddedemeyiz. Kendilerini Türk görüyorlarsa buna karşı çıkamayız" diyerek başlattığı açılım bölgede gerilimi epey düşürdü.

Ancak yine de ana sorunlar olduğu gibi duruyor. Yine AİHM'nin seçilmiş müftüler lehine verdiği iki karara rağmen, Yunan Hükümeti atadığı memur-müftüleri tutmakta direniyor. (Bakalım, programda değişiklik olmazsa, Erdoğan'ın bugün seçilmiş müftülerle yapacağı görüşmeye Yunanlılar'dan ne tepkiler gelecek...) Yine vakıflar ve diğer örgütler, 1967'de dönemin cuntasının aldığı kararla atanmış kişilerce yönetiliyor.

"Bizim için insan hakları ve özellikle de azınlık hakları her şeyin üstündedir" diyen AB ise sadece ara sıra yaptığı cılız sitemlerle yetiniyor. Ah şu çifte standartlar...

ERDAL ŞAFAK

Sabah