ABTTF
TR
HABER BÜLTENİMİZE KAYIT OLUN Bülten İcon
Batı Trakya

Evripidis Stilianidis Paratiritis'e konuştu

11.05.2004
 "Türk-Yunan ilişkileri konusunda ölçülü bir iyimserlik taşıyorum"

Sayın Erdoğan, Gümülcine'de her iki taraftaki aşırıcıların ağızlarının payını verdi. Azınlık konusunda şimdiye kadarki yaklaşımların en ılımlısıydı.

Türkiye'nin AB perspektifi Yunanistan'ın da çıkarınadır.

Şimdi Ankara'dan uygulamada da hareketlilik bekliyorum.

Sayın Erdoğan'ın Yunanistan'dan ayrılmasının hemen ardından Paratiritis'e bir mülakat veren Dışişleri Bakan Yardımcısı Sayın Evripidis Stilianidis, Türkiye Başbakanının Yunanistan ve özellikle (Batı) Trakya'ya gerçekleştirdiği ziyaretten memnun olduğunu belirtti.

Sayın Stilianidis sözlerine devamla, Atina'daki görüşmelere egemen olan iyi ortamın ötesinde, Yunan diplomasisinin gündeminde baş sıralarda yer alan önemli sorunlarda bir sonuca varılmamış olmasına karşın, bu konularla ilgili olarak gelecekte Ankara'dan iyi niyet jestleri beklediklerini de vurguladı.

Stilianidis, Recep Tayyip Erdoğan'ın, Gümülcine'de yaptığı konuşmalarla, her iki taraftaki ekstremistlerin ağızlarının payını verdiğini sözlerine ekledi.

Dışişleri Bakan Yardımcısı Sayın Evripidis Stilianidis'in gazetemize verdiği mülakatı gelin hep birlikte irdeleyelim.

P (Paratiritis): Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın (Batı) Trakya ziyaretine ilişkin ilk değerlendirmenizi almak isterdim.

E.S. (Evripidis Stilianidis): Şöyle bir değerlendirme yapabilirim. Kanım odur ki, (Batı) Trakya'dan ve genel olarak Yunanistan'dan, muhatabı çok olan güçlü mesajlar gönderdik. Bu mesajlar, uluslararası camia ile her iki ülke halklarına olduğu kadar, maalesef halen mevcut bulunan aşırıcı çevrelere de hitap ediyordu. Evet, mesaj, geçmişteki güvensizlik ve şüphecilik dönemini artık geride bıraktığımız ve geleceğe iyimserlikle baktığımızla ilgiliydi. Yani samimi işbirliği, ve neden olmasın, politikacılarımızın ihtilafları son bulunca, gerçek dostluk mesajları verilmesi sözkonusudur.

P: Türk Başbakanın sözlü olarak dile getirdiği iyi niyetten sonra Ankara'nın fiili olarak da bazı adımlar atmak suretiyle, bu iyi niyetini, özellikle aşırıcı unsurların daha da yalnızlığa itilmesi istikametinde, kanıtlaması gerektiği kanısında mısınız?

E.S.: İkili ilişkiler istikametinde bazı önemli adımlar atılmış olduğunu müşahede ediyorum. Esasen bazıları açısından tabu olarak algılanan ziyareti, başlıbaşına, geçmişte değinmek istemediğimiz konulara değişik bir şekilde yaklaştığımızı göstermiştir. Türk Başbakanın buradaki açıklamaları, iyimserlik yaratmaktadır. Zira (Batı) Trakya'da yaşayan "kardeşleri" şeklinde ılımlı bir "ibare" kullanmış bulunuyor. Ayrıca, Müslüman azınlığın, yaşadığı ülkedeki topluma entegre olmasını ve "güçlü bir Yunanistan" istikametinde mücadele etmesini tavsiye etmiştir. Yani (Batı) Trakya Müslümanları için, Avrupa vatandaşlığının bir imtiyaz olarak algılanması gereğini vurgulamıştır. Aslında Recep Tayyip Erdoğan bu beyanatıyla, halkını nereye taşımak niyetinde olduğunu gösterdi. Açıkça Avrupa'yı işaret etti.

Evet, bütün bu açıklamaların başlıbaşına anlamı-değeri var. Bu konuda ilk kez bir Türk politikacı, ve de Başbakanın bizzat kendisi, bu denli ılımlı ve dostane bir yaklaşım sergilemektedir. Hatta Sayın Erdoğan'ın son derece cüretkar bir itirafta bulunduğunu da söyleyebilirim. Çünkü Sayın Başbakan kendi ülkesinde de azınlık sorunları bulunduğunu söylemiştir. Bu sözleri, Heybeliada sorunu gibi, Avrupa-Türkiye ilgi alanına giren türden açık bir sorunu ortaya koydu. Bu ise bizde, çok yakın bir gelecekte kültürel ve milli bakımlardan bizi de ilgilendiren bu sorunların çözümü istikametinde inisiyatifler alacağı hususunda bir iyimserlik yarattı.

P: Bazı kişiler, Sayın Erdoğan'ın, Batı Trakya'yı ziyaret etmek suretiyle, Türkiye'nin, azınlığın vasiliğini üstlenmeye yönelik taktiğini bir kez daha vurguladığını savunuyorlar. Siz bu tür niyetler sezinlemiyor musunuz?

E.S.: Batı Trakya'ya ilişkin Türk yaklaşımını geçmişten bu yana irdelerseniz, en ılımlı ve en Yunanistan'la dostluk yanlısı yaklaşımın, bu ziyaret çerçevesinde gerçekleştiğini saptarsınız. Dolayısıyla bunu bir iyi niyet jesti olarak selamlamamız gerekir. Tabii ki bunun devamı olarak, Türk tarafının belirli bazı hareketlerle pratikte de takviye edilmesi suretiyle, Türk liderliğinin sözle söylediğini uygulamada da hayata geçirdiğini teyit etmesi gerekecek. Şimdiye kadarki mesajlar olumludur ve bu konuda iki husus önemli rol oynamaktadır. Birincisi, Erdoğan-Karamanlis arasında kurulmuş olan güven ortamıdır, ki, Atina'da gerçekleştirdiğimiz görüşmelere de bu ilişkiler damgasını vurmuştur; ikincisi ise, her iki lidere halktan yakın geçmişte verilmiş olan güçlü güven ve görevdir. Ve de görülmüştür ki, her iki lider, halklarının güvenini kazanma ve düne kadar tabu sayılan sorunların dahi üzerine gitme yeteneğine sahiptirler.

P: Sayın Papandreou, hükümetinizi, Türk-Yunan ilişkilerini, Helsinki'de sağlanan mutabakatın aksine, iki Başbakanın kişisel ilişkileri düzeyine, yani kapalı bir düzeye indirgemekle suçlamaktadır. Bu gelişmeyi, son yıllarda izlenen politikanın köklü bir şekilde revizyondan geçirildiği şeklinde algılayabilir miyiz?

E.S.: Böyle bir şey sözkonusu değil. Türk Başbakanının, benim de hazır bulunduğum genişletilmiş görüşmeler sırasında istediği şey, Yunan tarafının, kıta sahanlığı sorununa çözüm bulunmasına yönelik müzakereleri hızlandırılmasıyla ilgiliydi. Tabii ki Sayın Karamanlis de bunu kabul etti. Zira böylece, hem Türkiye'nin Avrupa perspektifi kolaylaştırılmış, hem de sürüncemede olan bir sorunun sonuca kavuşturulması hususu bizi de ilgilendirmektedir. Tabii ki bu çağrıya olumlu yaklaşım sergileyeceğiz. Fakat Helsinki mutabakatı da yürürlüktedir. Bu anlaşmanın tek paragrafı dahi geri çekilmiş değildir. Ondan sonra, bildiğiniz gibi, bu işlemlerin nihayetinde, Lahey'e gidilmesi öngörülmektedir. Lahey'e, her iki tarafın mutabakatıyla ve kendi aralarında çözüme ulaşılamaması durumunda gidilecektir. Ama tabiatıyla ideal olan, kendi aramızda anlaşmaya ulaşabilmemizdir.

P: Helsinki anlaşmasında öngörüldüğü şekilde, 2004 yılı zarfında mı?

E.S.: Evet, Helsinki Antlaşmasına göre bunun 2004 yılı içerisinde yapılması gerekiyor. Bildiğiniz gibi, 2004 yılı Aralık ayında Türkiye, anlaşmanın hükümlerini yerine getirmediği hususunda, Yunanistan tarafından değil, Avrupa tarafından Kopenhag kriterlerine göre değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Ama kriterler arasında bu konu da vardır. Dolayısıyla Türkiye' nin Avrupa perspektifine inanan bir taraf olarak, bizim de bu süreci hızlandırıp kolaylaştırmamız gerekir. Ama tabii ki milli noktalarımızı gözardı edemeyiz. Zaten müzakere süreci de bunun için başlatılmıştır. Yani bir tür ön mutabakat sağlamaya çalışıyoruz. Eğer bunu sağlayamazsak, o zaman Lahey'e gitmek kalıyor. Çünkü Lahey herşeyin teminatıdır.

P: Peki, hükümet olarak, Aralık ayında Türkiye'ye karşı veto hakkını kullanmayacağınıza dair güvence vermekte niye aceleci davrandınız? Çünkü o tarihte Türkiye'nin Avrupa perspektifi değerlendirilecek. Bu tavizinize Türkiye'den ne gibi bir karşılık aldınız?

E.S.: Veto hakkınızdan vazgeçip geçmediğiniz, nizamnamelerle de saptanmış olduğu üzere, öngörüldüğü sırada anlaşılır. Kullanıp kullanmayacağınız o an belli olur... Bir kimseye Avrupa yolunu bulması ve Avrupa'ya yakınlaşması hususlarında yardımcı olacağınız, ya da destek vereceğiniz beyanında bulunma nız, herşeyden önce sizin niyetinizi gösterir. Biz de bu niyetimizi ortaya koyduk. Hatta yalnız biz değil, bizden önceki hükümet de aynı şeyi söylemişti. Şimdi muhalefette olan eski hükümet mensuplarının bize bu konuda eleştiri yöneltmeleri, en azından tutarsızlık olur...

Biz iki halkın ve iki devletin birbirlerine yakınlaşmalarını gerçekten arzu ediyoruz. Türkiye'nin Avrupa perspektifini desteklememiz de bundandır. Bir taraftan böyle bir destek verirken, öbür taraftan veto hakkımızdan vazgeçmediğimizi açıklamamız hata olurdu. Bu hakkımızdan ne vazgeçtiğimiz var, ama ne de kullanacağımızı söyledik. Biz sadece gayet zekice bir şekilde, "stratejik olarak Türkiye'nin Avrupa perspektifini kolaylaştırma niyeti taşıdığımızı" ifade ettik. Zira, sonuçta her iki ülkenin çıkarı da bunu gerektirmektedir.

P: Kıbrıs Rumlarının 24 Nisan referandumunda "Hayır" oyu kullanmış olmaları nedeniyle, gerek uluslararası camia, gerekse Türkiye karşısında aklanmak gibi bir ihtiyaç içinde misiniz?

E.S.: Kıbrıs konusunda niçin yarı dolu bardağı görmüyoruz da, hep bardağın boş kalan kısmına bakıyoruz? Kıbrıslı Rumların "hayır"ına, bir de Yunanistan 'ın Türkiye karşısında izlediği reddedici bir tutumun eklendiğini ve bu durumun uluslararası alanda Kıbrıs Rum liderliğini nasıl bir duruma düşürmüş olacağını bir düşünün. Hele hele buna bir de Türk-Yunan ilişkilerinde yeni krizleri de ekleyin. Evet, durum çok daha kötü olurdu. Yunan tarafı bu konuda çok sorumlu bir tavır takındı. Türk-Yunan ilişkilerini ikili planda yüksek düzeyde muhafaza edeceğini beyan etti. Bu ise, "hayır" oyundan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti'nin karşı karşıya kalacağı kriz karşısında durumu yumuşatmak üzere serpilmiş bir ağ gibiydi. Ancak bu sayede, "sahte" devletin "de facto" veya "de jure" tanınmasından kaçınabilmiş bulunuyoruz. Bildiğiniz gibi, hangi istikamette oy kullanılması gerektiği hususunda Karamanlis hiçbir şey söylemedi. Ama aynı Karamanlis hangi çözümün bizim tarafa doğru daha ağır bastığına ilişkin görüşünü belirtti. Tabii ki bu arada bu çözümün dahi en ideal çözüm olmadığını da sözlerine ekledi. Karamanlis bu suretle uluslararası alanda güvenilirlik kazandı ve Türk-Yunan ilişkilerini de korumuş oldu. Ama aynı zamanda AB çerçevesinde Kıbrıs sorununu da açık bıraktı. Dolayısıyla bugün soruna bir çözüm arama noktasında bulunuyoruz. Yani adanın tekrar birleşmesi amacını güttüğümüz bir noktadayız.

P: Sayın Erdoğan'ın sizin de hazır bulunduğunuz görüşmelerde söyledikleri muvacehesinde görünebilir bir gelecekte, ufukta Türkiye'nin Yunanistan karşısında bir "iyi niyet" jestinde bulunmasını bekliyor musunuz? Yani Türkiye'ye verdiğiniz desteğe karşılık olarak, örneğin Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması istikametinde bir adım atmasını bekliyor musunuz? Dahası İstanbul vakıf mülkleri konusunda bir inisiyatif beklentisi içinde misiniz? Ayrıca, 12 mil konusundaki "casus belli" ortadan kalkacak mı ve kalkacaksa ne zaman?

E.S.: Dış politika konularında kesin tahminlerde bulunmak imkansızdır. Yapabileceğiniz tek şey, ortamı teşhis etmek ve karşı tarafın niyetlerini hissetmektir. Ben üç sonuç çıkardım. Birincisi, iki ülkenin, Türkiye'nin Avrupa perspektifinin her iki ülkenin de yararına olacağı merkezindeki ortak görüşleridir. İkincisi, Türkiye'nin, ekonomik ilişkilerimizin gelişmesini arzu ettiğidir. Biz de ekonomik ilişkilerimizin dengeli bir şekilde gelişmesini istiyoruz. Ticaret hacminin sadece artması yeterli değildir. Aynı zamanda karşılıklı ticarette dengenin de sağlanması şarttır. Geçmiş yıllarda bu böyle olmamıştır. Üçüncüsü, Recep Tayyip Erdoğan'ın sergilediği yaklaşımı konusundaki teşhistir. Bana göre, Sayın Erdoğan, niyetlerinde samimidir. İkili ilişkilerimizde yeni kanallar açmak arzusundadır. Tabii ki bunun, uygulamada da görülmesi gerekir. Kanım odur ki, Sayın Erdoğan, ülkesi içinde, farklı istikamette faaliyet gösteren ve farklı düşünen yerleşik düzene karşı büyük bir savaşım içindedir. Yani aşırı denecek ölçüde ne iyimseriz, ne de kötümser. Sonuç itibarıyla ikili ilişkilerimiz bakımından ölçülü bir iyimserlik içinde olduğumu söyleyebilirim. Bu noktada şunu da eklemeliyim ki, iç tüketime yönelik olarak sansasyonel hareketlerde bulunmak yerine, istikrarlı bir şekilde küçük adımlar atmamızın daha doğru olacağı kanısındayım. Zira göstermelik sansasyonel hareketlerle yetinirsek ve bunları siyasi icraatlarla takviye etmezsek yeniden başa dönme keyfiyetiyle karşılaşabiliriz. Ben, iyi yolda olduğumuz kanısındayım. Tabii ki genişletilmiş müzakereler ve Karamanlisle kişisel görüşmesinin yanısıra, Rodop iline ziyareti sırasında Türk Başbakanının sergilediği tutumun kuvveden fiile geçirilmesini de beklememiz gerekecek".

Damon Damianos
Paratiritis
11 Mayıs 2004